26 Mayıs 2009 Salı

Güç

Hepimizin içinde bir yerlerde çok büyük bir güç barındığına inanıyorum. Herşeyin üstesinden onu kullanarak gelebileceğimiz, düştüğümüzde bizim kalkmamızı sağlayacak, tüm olumsuzlukları giderebilecek, çirkinlikleri güzelliklere dönüştürebilecek bir güç var içimizde bir yerlerde. Önce ona inanmalı ve sonra bulmalı ve gerektiğinde kullanabilmeliyiz. Bu güce hepimizin çok fazla ihtiyacı var. Ona sığınmaya ihtiyacımız var. Böyle bir şeyi hissetmiyorsanız, o zaman aramalısınız. Kendi içinize dönmeli ve Onu aramalısınız. Size tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki hayatınızdaki en öncelikli amacınız Onu bulmak olmalı. Her yerde aramalısınız. Onu bulmaya niyet etmelisiniz, istemelisiniz ve hazır olmalısınız. Yüreğinizde o güce yer açmalısınız. Onu bulduğunuz zaman artık kendinizi bir süper kahraman gibi hissedebilirsiniz. Çünkü o size her konuda en güzel klavuzluğu yapacaktır ve ihtiyacınız olan gücü verecektir huzurlu bir yaşam için.

Saygılarımla,
Deniz....

24 Mayıs 2009 Pazar

Özgürlük

Bugünlerde çok yorgunum. Bu çok çalışmaktan ya da yük taşımaktan ileri gelen bir yorgunluk değil. Beyin yorgunluğu denebilir belki buna. Zihnim durmadan konuşuyor. Atıyor, tutuyor, tartışıyor, birşeyler istiyor, şikayetler ediyor, durmaksızın devam ediyor. Senaryolar çiziyor, olacak olmayacak şeyleri kurguluyor, beynime girmiş onlarca sivrisinek gibi vızır vızır dolanıp duruyor düşünceler, tatlısıyla, tuzlusuyla, acısıyla, ekşisiyle. Şöyle kimselerin olmadığı bir yerlerde sonsuzluğun önünde sessizce karanlıkta oturmak istiyorum. Herşeyi susturup, özgürce oturmak istiyorum öylesine, tüm kimliklerimden, arzularımdan, beklentilerimden, egolarımdan, sevinçlerimden, üzüntülerimden sıyrılıp. Bir ışık gibi saf ve şekilsiz bir şekilde durmak istiyorum.

Özgürlük! Ne kadar da huzur verici bir kelime. Herşeyden sıyrılmak, tüm yükleri bırakmak, dünya ile bağları kopartmak, herşeyden vazgeçmek. Sadece öz varlığım o kadar! Bu ne büyük bir zenginlik! Ne büyük bir mutluluk olurdu! Bu çok ince bir çizgi. Herşeyden vazgeçip sonsuzluğa sahip olmak. Hiç bir şeyle ölçülemeyecek kadar zengin ve mutlu olmak. Bu muhteşem bir irade! Gerektiğinde en değerli bir varlığını kalkıp hiç tanımadığın ama daha çok ihtiyacı olduğunu bildiğin birine verebilmek. Hiç bir şeyi sahiplenmeden yaşayabilmek, paylaşabilmek karşılık beklemeden gerektiğinde.

Öyle çok şey istiyoruz ki hayatta! O kadar çok şeye sahip olmak istiyoruz ki, sonunda kendimizi kaybediyoruz. Sürekli kalıcı bir hapishanede gibi yaşıyoruz, tutsak. Makamlarımızın esiri oluyoruz, paranın, ünün esiri oluyoruz. Bazen de sıkıntıların ya da mutlulukların esaretinde yaşıyoruz. Birini bırakıp hemen başka bir şey buluyoruz. Birbirimizle yarışıyoruz bu konuda, yalanlar söylüyor, tuzaklar kuruyor, yolsuzluklar yapıyoruz. Bu hapishanelere girmek için ne de çok istekli davranıyoruz. Bazen de şehvetin esiri oluyoruz, başka bir şey düşünemeden yapamıyoruz. Bu bazen insanı öyle bir ele geçiriyor ki, en uç sapıklıkları yaparken buluveriyoruz kendimizi. Hiç doymuyoruz! Elimizde olanlar yetmiyor bize! Hep daha fazlasına dikiyoruz gözlerimizi, şükretmiyoruz. Sonra elimizden gidiveriyor bazen o tüm benliğimizle bağlı olduğumuz şeyler. Sanki bizden birşeyler kopmuşcasına bunalıma giriveriyoruz. Korkulara kapılıyoruz dünyamız yıkılıyor. Bu dünya denen ilüzyon, bizleri ne de kolay büyülüyor! Bu kadar karmaşık düzen içerisinde o herşeyden daha önemli içimizdeki o masum özümüzü ne çok ihmal ediyoruz. Sönmüş bir ışık gibi kalıveriyor oracıkta, onu yeniden bulmamızı bekler gibi. Ama 1sn bile durup düşünmeye, aklımızı başımıza almaya vaktimiz olmuyor! Tüm saçmalıklara saatlerimizi günlerimizi verirken avucumuzdan sonsuzluk kayıveriyor farkına bile varamıyoruz. Ne büyük bir kayıp. Ne büyük bir gaflet!

Bu yaşamda sadece tek bir şeye kalbimde yer açmak niyetindeyim. Bu sonsuz büyüklükte bir sevgi. Bu herşeyin gerçek sahibi. Herşeyin özü. Asla kaybedilmemesi gereken, sahip değilsek arayıp bulmamız gereken en değerli varlık. Bizi sonsuzlukta özgürleştiren, hiç bir şeye ihtiyacımız olmadığını anlatan iç sesimiz. Bizi düştüğümüzde kaldıran, üzüldüğümüzde gülümseten, umudumuzu asla yitirmememizi sağlayan kaynak. 50 trilyon olsun hesabımızda, O yoksa bunun ne değeri vardır ki! Sonsuzluğun yanında 50 trilyon nedir ki?

Sahip olduğumuz ve değerli sandığımız her şey sadece bir ilüzyon! Aksini düşünüyorsanız, yüreğinize dönün ve bakın oraya! Ne kadar mutlusunuz! İçinizde duran o boşluğu dolduran şey ne? Nelerin esiri oldunuz? Onları kaybettiğinizde ne hissedeceksiniz? Bu evrende nedir asla kaybolmayacak olan? Nedir sizi özgür kılacak olan yegane şey? Onu bulun, bulduysanız kaybetmeyin, yüreğinizle sımsıkı tutun. O serinleten ateşi asla söndürmeyin!

Saygılarımla,
Deniz ....

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Yaşamı Anlamlı Kılmak

Zaman zaman hayatımı çok anlamsız bulmuşumdur. Bu üstün özelliklerle donatılmış muhteşem varlık, eşsiz düşünme gücü ile , beyin gücü ve zekası ile , her biri ayrı bir deha ile üretilen organları ile bu üstün canlı hayatını anlamsız bulmaktadır. Ne büyük bir eksiklik! Ne önemli bir hastalık! Bu hastalığı nereden kaptım? Nasıl iyileşirim çok sorgulamışımdır.

Hayatımızı çok karmaşıklaştırdığımızı düşünüyorum. Egolarımızın elinde köle olmuş vaziyette yaşıyoruz. Doymuyoruz, yetinmiyoruz, sürekli tüketiyoruz. Kendimizi diğerlerinden üstün kılmak için sürekli arayışlar içine giriyoruz. Evlerimiz ,arabalarımız oluyor hala mutsuz kalabiliyoruz. Hayatı karmaşıklaştırmak ,zorlaştırmak için ne de çok çalışıyoruz. Ellerimizde duranı görmekten çok olmayana ne de çok odaklanmışız! Bir bardak suyu içerken bunun ne büyük bir nimet, ne büyük bir zenginlik olduğunu göremeyecek kadar körleşmişiz. Ne kadar basit değil mi? Bir bardak su içebilmek! Ama inanın hayatın anlamı aslında basit şeylerde gizli. Sahte zenginlikler peşinde hayatımızı harcarken gerçek zenginliğimizi boş yere kaybediyoruz. Zengin olduğumuzu sanırken aslında iflas ettiğimizi göremiyoruz. Sonra bir gün geliyor işler tersine dönüveriyor ve o gurur duyduğumuz , insanlara küçümseyerek bakmamıza yol açan sahte zenginlikler elimizden kayıverdiğinde ,ortada kaldığımızda kafamız dank ediyor. Aslında ne büyük bir aldanma içerisine düştüğümüzü anlayıveriyoruz. Bazen de anlayamayıp canlarımıza kıyıveriyoruz! O mal mülk ile kariyerimizle öylesine bir oluyoruz ki onlar yok olunca biz de yok olma yoluna gidiyoruz. Her şeyden ayrı olması gereken öz varlığımız nasıl da EGO'ların kara bulutları içerisinde kaybolabiliyor.

Sessizce oturup fırtınalarla dolu zihnimin farkına varmak istiyorum. Beni öylesine yoruyorlar ki! onlara SUSUN ARTIK! diye bağırmak istiyorum. SUSUN ve beni biraz olsun rahat bırakın! Hepimizin sessizliğe öyle çok ihtiyacı var ki! O an sadece nefes aldığımı hissetmek farkında olmak istiyorum. Ne kadar zengin olduğumun farkına varmak istiyorum. Camı açıp içeriye yaşam enerjisinin akmasına izin vermek, o serin rüzgarın beni kutsamasına izin vermek istiyorum. Herşeyi yaratan O sonsuz varlıkla aynı yerde olduğumu bilmek istiyorum. Ne kadar büyük bir güce sahip olduğumu hatırlamak istiyorum. Yaşamım nasıl anlamsız olabilir artık böylesine önemli bir anda! Canımı ne sıkabilir? Herşeye sahipken neyim eksik olabilir artık? Ne için şikayet edebilirim? Bana bu kadar çok şey verilmişken! Sırtımıza öylesine büyük yükler almışız ki, kendimizi egoların esaretinde öylesine çok kimlik vermişiz ki, kendi asıl kimliğimizi kaybetmişiz. Sırtımıza boş yere yüklediğimiz o yükler ile bellerimiz ağrımış, hasta olmuşuz. Manevi sıkıntı yükleri bedenimizde fiziksel hasarlara yol açmış. Halbuki tüm bu yükleri bıraksak, tüm o kimliklerden sıyrılsak, şöyle bir an için rahatlasak ve O büyük varlığa sığınsak. Her şeyimizi O'na teslim etsek. Saf ve tertemiz niyetlerle dertleşsek O'nunla. Gücümüzün farkında olsak ve bu güç ile her şeyin üstesinden geleceğimize inansak. Bu yolda çok çalışsak, çevremize ışık tutsak, yardım etsek, bu gücü paylaşsak ve herkesin iyiliğini isteyebilsek. İş işten geçmeden, bize sunulan bu yaşama fırsatı elimizden alınmadan aydınlanabilsek. Ölüm anında, sürekli görmezden geldiğimiz, ihmal ettiğimiz kendi öz varlığımızla baş başa kalacağımızın farkına varsak, diğer herşeyin yok olup bizi terkedeceğini unutmasak. Sevinenlerden ve söz dinleyenlerden olabilsek.

İşlerimizin, kariyerlerimizin sadece bir araç olduğunu düşünüyorum. Ama bizler yolumuzu kaybedince, bunlar amaç haline gelince. O zaman yaşam anlamsızlaşmaya başlıyor. Çünkü doğamıza uygun yaşayamıyoruz ve asıl önemlisi bunun farkına bile varamıyoruz. Sanıyoruz ki hala bir şeyler eksik. Evet karnımızı doyurmalıyız, barınacak yerlere sahip olmalıyız. Kendimizi geliştirmeliyiz. Ama bunlar, BİZ'i bulmamız gereken yolda araç olmalı. Kendimizi bulmalıyız ve bu bizim yaşam hedefimiz olmalı. Doğamıza uygun yaşamalıyız ve yaşamlarımız evrende büyük bir yıldız gibi anlamla parlamalı.

Saygılarımla,
Deniz ...

İç Sesleri


Hepimizin çok fazla güvendiği dostlarımız olmuştur. Sırlarımızı paylaştığımız, dertleştiğimiz, beraber sevinip beraber üzüldüğümüz. Ama bazen öyle bir olay olur ki bu çok güvendiğimiz insanla bir anda açılıverir aramız, hiç anlam veremeyiz, bir anda dünyaya karşı büyük bir kin ve güvensizlik ile bakmaya başlarız. Burada yine Montaigne'den bir söz aklıma geliyor:

"Dostlarını, bir gün kendilerinden nefret edecekmiş gibi sev ve bir gün kendilerini sevecekmiş gibi nefret et."

Ama öyle dostlar var ki, onlar siz izin verdiğiniz müddetçe, onları dinlediğiniz sürece asla size ihanet etmezler. Onlar bizim iç seslerimizdir. Bize doğruyu ve yanlışı söylerler. Bazen hayatımızda bazı durumlarda kararsız kaldığımızda bize gitmemiz gereken yönü gösterirler. En önemlisi onlar bizi bizden bile iyi tanırlar ve asla yalan söylemezler, siz söylemediğiniz sürece, onları dinlediğiniz sürece. Peki dinlemezseniz ne olur? Size küserler, artık konuşmazlar, ve siz işte o zaman en değerli dostlarınızı kaybetmeye başlarsınız. Ama onlar kin tutmazlar, ne zamanki hatanızı anlayıp onlara yeniden gereken önemi verip dinlemeye başlarsanız onlar yeniden dönerler büyük bir sevinçle. Onların çok değişik isimleri vardır, bazen vicdan da deriz. Ama ben iç sesim demeyi tercih ediyorum ve bu sesleri ilahi bir boyuttan gelen fısıldamalar olarak görüyorum.

O kadar büyük bir kirlilik, gürültü ve yanlışlar içerisinde yaşıyoruz ki onlara yeteri kadar kulak veremiyoruz hatta çoğu zaman varlıklarından bile haberimiz olmuyor. Ben de bir insanım çok hatalar yaptım ve yapıyorum, bazen yönümü şaşırdım ve şaşırıyorum. Bazen keşke güvenebileceğim bir merci olsa danışsam demiştim. Öyle sıkıntıları vardır ki insanın, çok özeldirler, kimse ile paylaşılamazlar, kimsenin anlayacağı düşünülmez. Kendini yalnız hissedersin. İşte genelde o sesler böyle anlarda fısıldamaya başlarlar, eğer saf ve tertemiz niyetleriniz varsa, amacınız kötülük değilse, bu dünyada iyiliği bulmaksa amacınız, işte böyle bir anda içinizde bir şeyler duyarsınız. Öyle güzel bir sestir ki güven verir! İşte bu dersiniz, aradığım şey tam da bu. İşte yaşamım boyunca bu sesleri ilk duyduğum andan itibaren en fazla onları kaybetmekten korktum. Beni terketmelerinden ve bir daha hiç gelmemelerinden. Onlar benim için bir test oldular, bana ayar yapan testler. Ne zaman kayboldular hemen kendime baktım neyim yanlış olmaya başladı diye, sonra bulup düzelince yeniden geldiler ve huzur verdiler bana.

Dünya öylesine tehlikeli şeyler ile donatılmış ve süslenmiş ki! Öylesine oyalayıcı ve uyuşturucu ki! Onun kandırmacaları ile gözlerimiz bulanıyor, zihnimiz karışıyor. Şöyle bir çekilsek, kendimize zaman versek, hayatımıza baksak, içimize dönsek ve o sesleri arasak. Bir yerlerden sürekli fısıldanan o kutsal sesleri. Onları hiç kaybetmesek. Kaybedecek şeyler yapmasak. Onların gerçek değerini bir bilebilsek!!

Saygılarımla,
Deniz .....

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Yanılsamalar


Bu yazıma Montaigne'in çok güzel bir sözü ile başlamak istiyorum:

"Sonunda acı getirecek zevklerden kaçınabileceğini, sonunda zevk getirecek acılara dayanabileceğini düşünüyorum."

Bu insanların bu cümleleri bizlere miras bırakması ne de büyük bir şans!

Bu yaşamda o kadar mikro düzeyde yaşıyoruz ki, önümüze çıkıveren çok güzel süslenmiş bir pastanın büyük resimde aslında bir zehir olduğunu göremiyoruz bazen. Öylesine peşinci varlıklarız ki, güzellikleri hemen tahsil etmek istiyoruz. Emek harcamadan , mücadele etmeden, hak etmeden! Sonra karşımıza çıkan, hoşumuza hiç gitmeyen bir durumun büyük resimde bizim faydamıza ve mutluluğumuza olduğunu da anlayamıyoruz. Hemen karar veriyoruz bu iyidir hoştur ve bu kötüdür. Sürekli bir yanılsama içindeyiz. Ne kadar cahil olduğumuzu görmeyi bir kenara bırakın bazen kendimizi bilge bile sanabiliyoruz. Ama acaba havada uçan bir toz parçacığı kadar bir şey biliyor muyuz? En azından ben inanmıyorum.

Görebildiğini sandığımız gözlerimiz bile aslında sadece yanılsamalar dünyasında bir şeyler gördüğünü sanıyor. Yaşam öylesine şifrelerle dolu ki! Bazen tüylerim ürperiyor. Şaşırıyorum! Beynimizin ve düşüncelerimizin ufacık bir kibrit kutusu kadar bir dünya içinde tıkalı olduğunu düşünüyorum. Bu ufacık kutuda yaşıyoruz.

Geçmişime bakınca içinden geçtiğim ne kadar çok yanılsamalar bulutu varmış diyorum. Ne çok yanılmışım, ne çok hata yapmışım! Sonra bu hataların benim için ne kadar anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu derslerden geçmesem nasıl öğrenebilirdim? Nasıl farkındalığımı artırırdım? Şimdi farklı mı? Hayır yine hatalar yapıyorum, yine yanılıyorum, yine zevklerin peşinden koşuyorum. Sonra küüt diye kafa mı duvara çarpıveriyorum.
Bu dünyada kendi başına olmak, ne acı verici bir tecrübe! Sahipsiz olmak, ya da sahibini tanıyamamak! Bu fırsatın büyüklüğünü görememek ne büyük bir talihsizlik! Ama dedim ya kimseyi yargılamak bana düşmez. Ben sadece sahip olduğumu düşündüğüm sonsuz mirası paylaşmak istiyorum. Diğer benleri bulmak, parçaları tamamlamak istiyorum, sevginin azalan yoğunluğunu artırmak istiyorum. İçimde hissettiğim , buluverdiğim bu sonsuz gücü herkesin farketmesini, bulmasını istiyorum. Hiç bir şeyde hissedemediğim bu tarif edilemez yaşam enerjisini herkesin hissetmesini istiyorum.

Ne zaman bu bağı koparsam kendime geldiğimde sefilleri oynuyorum. Toparlanmak zor oluyor. Ben bir sahibim olduğunu biliyor ve inanıyorum. Beni koruyan, gözeten, şımarıklıklarımı çeken, hatalarımı kabul eden, çıkar gözetmeden iyiliğimi isteyen, doğru yoldan ayrılmamamı bekleyen bir sahip. Bir bardak su içmenin ne anlama geldiğini bilmediğimiz hayatlar yaşıyoruz. Sürekli şikayet ediyoruz. Sahip olduklarımız bizi mutlu edemiyor. Hep istiyoruz. O da olsun ,bu da olsun, şu da olsun! İnanmaktan korkar hale gelmişiz, inandığımızı paylaşamaz olmuşuz, hepimiz kendi dünyalarımızda hapse düşmüşüz. Biraraya gelmekten korkuyoruz, kendimizden korkuyoruz, egolarımızın tutsağı olmuşuz.

Sabah çok erkenden gün ağarırken camı açıp derin bir nefes çekmek ne tatlı bir duygu! Ne büyük bir zenginlik! Ne büyük bir nimet! Ne büyük bir sevgi! Bir olmak o nefesle , kuşlarla beraber günün gelişini kutlamak, onlarla beraber şarkılar söylemek ne güzel! Onların enerji kardeşlerim olduğunu bilmek ne güzel!

Bu yaşamda en önemli konu pes etmemek, düştüğünde her defasında yeniden ve çok daha güçlü bir şekilde kalkabilmek, hata yapmaktan korkmamak. Yaşama sevincini kaybetmemek, ne olursa olsun! Son nefesi verene kadar inanmak! Umudu asla yitirmemek! Sahibinin hemen yanı başında olduğunu bilerek güven duymak! Gerçekten görmek için bazen gözlerimizi kapatmayı denemek, tüm önyargılarımızı, egolarımızı, kimliklerimizi, konumlarımızı bırakıp baksak kim olduğumuza , neden burada olduğumuza! Yanılsamaların hayatımızı tamamen işgal etmesine izin vermesek!

Saygılarımla,
Deniz....