21 Ekim 2009 Çarşamba

Hedefe giden bir ok olmak!

Küçükken kendi halinde biri olarak günlükler tutardım. Kağıt ve kalemlerin her an yanı başımda durması hoşuma giderdi. Kimselere anlatamadığım detayları sevgili günlük diye defterime anlatırdım. Yıllar geçti ve o yazılarım halen duruyor yanımda ve okurken çok değişik duygulara kapılıyorum. Zaman zaman da gelecekteki bana notlar aktarmışım, bunu unutma, şunu hatırla diye ve bunlar şimdi, bana geçmişte halen yaşamakta olan Deniz'den mesajlar gibi geliyor ve ona burdan sesleniyorum hiç birini unutmadım diye. Zaman kavramı gerçekten göreceli. Farkındalık gözü ile baktığımda aslında tüm zamanlarda aynı anda yaşıyoruz ama olasılıklar evreninde burda olduğumuz bilincini taşıyoruz. Unutuyoruz diğer tüm zamanlardaki bizleri. Quantum fiziğinin haklı olduğunu ispatlıyorum böylece kendimce.

Şimdi biraz daha büyükçe bir Deniz olarak teknolojiyi kullanır oldum günlük tutarken, artık defter kalem yerine klavye ve ekran var. Bir de eskiden defterimi köşe bucak saklardım, şimdi milyonların önüne serdim orda yazıyorum. Milyonlar mı??? Şaşırdım sanırım :)

Halen kendimi çocuk olarak görüyorum, öyle kalabilmek hoşuma gidiyor. Büyük olmak istemek gibi bir kaygım yok hiç. Büyük işleri bir çocuk olarak başarmak, sonsuzluk evreninde hiç çekinmeden, korkmadan bir çocuğun cesareti ile yaşamak istiyorum. Hedeflerim büyük olsun sadece, ve ben bir ok olayım. Rüzgarlar esse, fırtınalar çıksa bile ben bir ok gibi önüme çıkan bütün engelleri delip geçeyim ve hedefimi bulayım.

Bazen çok fazla sisler çıkıveriyor hayat yolculuğunda hedefe giderken. Bazen yoldan sapıyorsun. Kenarda sana cazip gelen bir şeyler dikkatini dağıtıyor, ve çocuksun ya bir anda kendini orda buluyorsun. Sonra içindeki büyük sesler (anne-babalar) çağırıyor Deniiiz gel hadi artık yoluna devam et ne işin var orda diye. Hayat böyle gidiyor işte. Çok sevdiğim ve kendimi bulduğum bir mesleğim var ve meraklı bir kişiliğim. O kim, şu kim, bu ne demek, bu neden böyle, böyle yaparsam ne olur, bunu da mı öğrensem acaba derken bazen hedefime zik zaklar çizerek ilerlediğimi görüyorum. Bu yolda şimdi FriendFeed diye bir kasabaya rastladım. Birşeyler yazıyorum okuyorum, renkli renkli kişiliklerle dolu. Herkesin kendi standlarını açtıkları bir karnaval gibi burası. Bazen aşırı dozda alınca bu rengarenk şekerden, rüyamda http ile başlayan okların gökyüzünden kafama yağdığını görüyorum. Bakalım şimdilik içerdeki büyük seslerden bir ses yok. Sanırım bir şeyler öğreniyorum diye sessiz kalmayı tercih ediyorlar.

Hayatta öğrendiğim en önemli derslerden biri de amaçlarla araçları birbirine karıştırmamak gerektiği. Bir an için az kalsın ben de kapılıveriyordum bu tuzağa. Herşeyde bir denge olması gerektiğine inandığım için FriendFeed'in sadece bir araç olduğunu 100 kere yazıp önüme yapıştırdım. Yoksa insan bu tarz tuzaklara düşüp, bu ortamların hayatlarını yutmasına izin verir hale gelebiliyorlar. Nasıl denizde çok fazla kalmıyoruz üşütüp hasta oluruz diye, burda da aynı ölçüğü sağlamalıyız ,yoksa üşütüp hasta oluruz.

Şimdi likemind diye bir etkinliğe katılmayı planlıyorum. Onlardan çok fazla ilhamlar aldığımı ara ara belirttim. İnsan sürekli aynı ortamda aynı insanlarla aynı konularla yaşayınca yaratıcılığı ölmeye başlıyor. Farklı bir ortamda farklı insanlarla olmayı bu yüzden seviyorum. Çok güzel bir ormanda nefes almak gibi geliyor bana. Normalde hiç bilemeyeceğim böyle değerli insanlara bu kadar yakın olabilmek, interneti gözümde daha bir yüceltti. İnsan olsa gidip alnından öperdim.

21 Eylül 2009 Pazartesi

Tesadüf mü??

Ben tesadüflere hiç inanmıyorum. Bu hayatta hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin tesadüf eseri olabileceğini düşünmüyorum. Attığımız adımlar, karşılaştığımız insanlar, başımıza gelenler hiçbiri tesadüf değil. Hepsi içinde bilgi barındıran mesajlar. Buna inandım inanalı hayata bakışım değişti, görüş alanım genişledi. Artık mesajlarla ilgileniyorum. Evrenden bize gönderilen mesajlarla. Yoksa onlara tesadüf deyip, öylece yolumuza devam edersek çok büyük fırsatları kaçırıveririz.

Bugün başınıza bir şey mi geldi? Üzerinde düşünün, bu bir tesadüf olamaz! Size mesaj var. Belki de mesaj kutunuz öylesine doldu ki! Farkında olmadan ve tabii okuyamadan doldurdunuz o kutuyu. Dünya öylesine çok oyalıyor ki bizleri boş işlerle! Kafalarımız öylesine karışık ki gündemimizle, gerçek olan bizi ihmal edip duruyoruz.

Bundan yıllar önce lise ve üniversite dönemimde düzenli olarak günlük tutuyordum. Zaten ben hep yazmayı çok sevdim. Arka planda güzel bir müzik eşliğinde ruhumla ve evrenle iletişime geçme fırsatıydı bu anlar benim için. Psikolojik seanslar gibi gelirdi ve beni çok rahatlatırdı. Bir sıkıntınız varsa eğer yazmanızı tavsiye ederim. Aklınıza gelen herşeyi yazın.

İşte geçenlerde yıllar önce yazdıklarımı hızlıca yeniden okudum ve içimde şimşekler çaktı. Geçmişimde geleceğim yani şu anım için ne kadar çok mesajlar bırakmışım! Geçmişte yaptıklarım ile şu anda olduklarım ne kadar da birbiri ile tutarlı. Ne kadar tesadüften uzak yaşadıklarım. Bizler unutuyoruz, hayatımızda yaşadıklarımızı unutuveriyoruz ve büyük resmi kaybediyoruz. Sonra tesadüf diyoruz. Evrende öyle müthiş bir zeka var ki! İnanın bana yeni doğmuş bir karıncanın hareketleri bile tesadüf değil. Herşeyin bir amacı var. Karınca şanslı çünkü onda düşünme gücü yok, egoları yok, ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor sadece ve amacına hizmet ediyor tüm saflığı ile. Ama bizde şu akıl yok mu! Onunla ne kadar da çok karıştırıyoruz ortalığı ve sonradan işin içinden çıkamıyoruz.

Burda kendi çapımda bir araştırmacıyım ben, hayatı araştırıyorum. Gerçekleri bulmaya çalışıyorum. Bana bunun için ne kadar süre verildiğini bilmiyorum ama bildiğim bir şey var o da bana bir süre verildiği. Amacım okumak, öğrenmek, bolca düşünmek ve faydalı olmak. Sadece bir karınca gibi saf olarak kendimi ifade etmek istiyorum evrene, bozulmadan ve tüm iyi niyetim ile. Bulduğum ve bana mutluluk getiren her şeyi paylaşmak istiyorum. Başka bir amacım yok. Ne ünlü ve zengin olmayı ne de başka bir şey! Ben sadece merak etmek ve öğrenmek istiyorum ve bana bırakılan mesajları bulmak ve okumak istiyorum. Bunun için zaman çok ama çok değerli ve dünyanın aklımı karıştırmasına izin vermemeliyim. Bu çok parçalı bir puzzle gibi ve bazen bizim resmimize ait olmayan parçalar gelip karışıveriyor ortalığa ve sonra bunu alıp resmimizin içinde onun yerini bulmaya çalışıyoruz. Ama bu sadece bir zaman kaybı oluyor. Bu yüzden farkında olmalıyız işte. Bazen de kendi puzzlemızı bırakıp başkalarının puzzlelarını yapmaya başlıyoruz. İşte bu yüzden farkında mıyız ortada bir puzzle olduğunun ve uğraştığımız puzzleın bizimki olduğunun ve parçaların doğru parçalar olduğunun!

Burada yeniden, hayran olduğum nasihatı paylaşmak istiyorum. Kendini Bil!!! Bu nasihat sihirli bir kutu gibi, ne zaman içini açsam farklı şeyler öğretiyor bana ve her defasında daha çok içimdekilere odaklanmamı sağlıyor. Çünkü biliyorum ki dünyam böyle çünkü ben böyleyim. Etrafımda olup biten herşeyin sorumlusu sadece benim. Suçlu benim. Anahtar sadece benim. Madem öyle herşeyi daha güzel kılma gücü de benim elimde. Bu bir ayna gibi. Bir şeyleri değiştirmek istiyorsak, önce kendimizi değiştirmek zorundayız. Zihinlerimizden geçen düşünceleri, alışkanlıklarımızı, bağımlılıklarımızı yani kısaca her şeyi!

Saygılarımla,
Deniz...

14 Eylül 2009 Pazartesi

Gerçek Başarının Sırrı

Hayatta başarının sırrının ne olduğu konusunda eminim yüzlerce kitap yazılmıştır ve hepimiz bu konuda düşünmüşüzdür. Benim kendi tecrübeme göre başarının sırrı gerçekten sadece şu anda saklı. Eminim çoğumuz aslında gerçekten şu anda yaşamıyor. Sürekli ya gelecekte ya da geçmişte yaşıyoruz. Yemek yerken o anda orada olmayıp bir saat sonra yapacağımız bir görüşmede oluyoruz. Trafikte araba kullanırken çoğumuz o anda arabada olmayı tercih etmeyip varış noktalarımızda yapacağımız işlerin kaygısında oluveriyoruz. Bu yüzden sabrımız yok. Sürekli bir telaş içinde yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz o en değerli an bize tad vermiyor.

Zihnimiz de bize tad vermiyor, acı bedenlerimiz rahat durmuyor. Şu anda sessizce kalamıyoruz huzurla, yediğimiz lokmaların tadına gerçekten varamıyoruz. Sürekli bir vesvese, kuruntu, senaryolar, ihtimaller içerisinde acı çekiyoruz. Ya şu öyle olmazsa , ya beni kabul etmezlerse, bana bunu neden dedi ki? Acaba ne ima etti? Neden onu yaptım ki?
Sonra yazık oluyor o güzelim anlara!

Bu konuda bana göre en müthiş insanlardan biri Eckhart Tolle. Şimdinin Gücü ve Var olmanın Gücü adlı kitaplarını hayatım boyunca defalarca okumak istiyorum. Verdiği örnekler çok çarpıcı. Diyor ki : Bir kitap almak için kitaplığa doğru yürüdüğünüzde konsantre olmanız gereken görev kitabı almak değil attığınız adımlardır. İşte hayatımız bu yüzden çöplük haline geliyor, her tarafta entropi bu yüzden sürekli artıyor. Evime geldiğimde odama bakıyorum hiç bir şey olması gereken yerde değil, çünkü bir şeyle işim bittiğinde o anda orada olmadığım için veya buna tahammülüm olmadığı için bırakıveriyorum herhangi bir yere ve bu böyle ortada kaos oluşturuyor. İçinde bulunduğumuz anda farkında olarak kalabilsek, ona en üst seviyede önem versek ve zihnimizin saldırılarına karşı uyanık kalabilsek. O anda sorumluluk alabilsek o zaman kalite artmaz mıydı? Okuduğum bir kitapta içinde bulunduğumuz anı bir kum saatinin dar boğazına benzetiyordu yazar, o anda her seferinde sadece bir kumun geçmesine izin veriliyor, ama biz ne yapıyoruz tüm kumları o daracık yerden tek seferde akıtmak istiyoruz.

Şimdi bunun etkilerini ve önemini hayatımda görüyorum. Sürüncemede bırakmak kelimesi benim düşmanım artık. Bir şey yapılması gerekiyorsa bunun zamanı şu andır ve ben o an sadece onu en üst kalite seviyesinde tamamlamak için sorumluluk almalıyım. Yemek yerken önemli olan ağzımdaki lezzet olmalı. Araba kullanırken bundan keyif almalıyım. Acelem ne için? Yürürken çevremdeki güzelliklere odaklanmalıyım, görmeliyim uçan kuşları ve hissetmeliyim yüzüme esen rüzgarı. Çünkü ben sadece bu anda yaşıyorum ve benim için en önemli iş içinde bulunduğum anda yaptığım iş olmalı, o her ne ise!

Tüm bunları topladığımızda bana göre ortaya huzur, sağlık ve başarı çıkıyor. Ben bunu test ettim ve onaylıyorum.

13 Eylül 2009 Pazar

Büyük İnsanlar


Bu dünyayı ve hayatı bir laboratuvar gibi kullanmayı çok seviyorum. Burada hata yapmak yok sadece deneyler var ve öğrenmek var, gelişmek var. Bu bazen ardı ardına bir çok deney yapmayı gerektiriyor ama önemli olan asla ama asla pes etmemek ve inancı asla yitirmemek. Bu durum da bir çok defalar yaptığım deneylerimden kazandığım bir tecrübe.

Geçmişte yaşamış veya günümüzde yaşayan önemli insanların hayat öyküleri çok ilgimi çekiyor. Onlara çok saygı duyuyorum ve bana ilham veriyorlar kendi deneylerim için. En değerli birikimim belki de büyük bir itina ile topladığım bu büyük insanların söylemiş olduğu sözler, nasihatlar, bilgelikler. Onları defalarca okuyorum. Hiç bıkmadan ,usanmadan okuyorum. İçlerinde barınan enerjiyi tüm hücrelerime aktarmak istiyorum. Düşünsenize 60 ya da 70 yıl yaşamış, yıllarını, düşünerek , gerçekleri arayarak geçirmiş bir insanın söylediklerini incelemek size 60 yıllık bir birikimi aşılayabiliyor. Bundan daha faydalı bir aşı olabilir mi? Sadece kanallarımız açık olmalı, kendimizi bir şey sanmamalıyız asla, bu sadece büyük bir yanılgı. Kendimi ne zaman bir şey oldum sansam evrenden bana akan enerji kesilmeye başladı. Bu durum benim bu hayatta kabullenebileceğim son şeyler arasında.

Biraz örnek vereyim. Mesela Einstein'ın söylemiş olduğu aşağıdaki sözün üzerinde kaç defa düşündüm hatırlamıyorum.

"Yaşam sorunları o sorunları ortaya çıkaran düşünce düzeyinde çözülemez!"

İşte bu sözü her okuduğumda üzerinde her düşündüğümde şaşırıp kalıyorum. Üzerinde deneyler yapıyorum ve bu, dibini göremediğim bir kuyu gibi beni daha derine çekiyor. Belkide çoğu sorunumuzu bu yüzden çözemiyoruz, kendimizin dışına çıkıp bakamıyoruz bize. Düşünüyorum kendimin dışına çıkmak nasıl olur? Ne de olsa ben laboratuvar sahibi bir bilim adamıyım. Elimde her şey var. Düşünme gücü, gözlemler ve sayısız deney yapma fırsatı yani yaşamak! Sonra bir model oluşturuyorum, yani bir prototip, ideal olan durum. Bu nedir ? Kendimi tüm ait olduğum sıfatlardan çıkarıyorum, gözlemci durumuna sokuyorum. Ego denen zehir her defasında bana bulaşmaya çalışıyor, bir sakız gibi ondan kurtulmam gerçekten çok zor oluyor. Sadece bir anlığına bunu başarabildiğimde , işte o an müthiş bir haz alıyorum.

Bu yaşam o kadar kısa, o kadar önemli ve değerli bir fırsat ki! Düşünebilme gücünün bize verilmiş en mucizevi şey olduğuna inanıyorum. Bu öyle büyük bir fırsat ki! Ve bir o kadar da tehlikeli. Çok büyük bir silah gibi, iyi amaç için de kötü amaç için de kullanmaya müsait. Neyse ki ben asla niyeti kötü biri olmadım. Laboratuvarımda kötülük üretmek ve yaymak için çalışmıyorum. Tek istediğim şey bir gün ölüm anı beni bulduğunda gülümsemek istiyorum. Bana verilen tüm donanımları, tüm silahları fayda sunmak adına kullanmış, görünmeyenleri görebilmiş, yeteri kadar olgunlaşmış bir bilim adamı kıvamında sonsuzluğa geçiş yapmak için gereken vizeyi almış biri olmak istiyorum. Zaten ölüm denen şeyin sonsuzluğa yeniden doğmak olduğuna inanan biriyim. Her şeyin bir enerji olduğunu biliyorum çünkü ben bunu hissediyorum, bir enerji boyutunda yaşamak beni mutlu ediyor. Yaşamın kaynak koduna girmek gibi bir his bu. İçime akan enerji nehri bana doğru yolda olduğumu söylüyor. Ve işin güzel tarafı bu sonsuzluk nehri herkese akmaya hazır, yeterki kapaklarınızı açın. İzin verin bu akışa. Bunlar benim zenginliklerim ve ben başka bir şey istemiyorum. Bunlara tek başıma da sahip olmak istemiyorum. Bunu paylaşmak istiyorum. Hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gözlerimizin aslında ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduğunu hissediyorum. Başlarımıza gelen kötü, acı verici, üzücü şeylerin gerçekte bize mesaj taşıyan elçiler olduğunu görüyorum. Ama işte kodlar çok şifreli ve bize düşen bu şifreleri çözebilmek.

Okumayı seviyorum, düşünmeyi seviyorum, günlükler tutuyorum, sonra yıllardır yazdıklarımı okuduğumda kendime gülüyorum. Acaba benden başka kendini bu kadar çok aşağılayan biri daha var mıdır diye düşünüyorum. Ne yapsam kendime bir türlü yaranamıyorum. Ama ben ve ben çok sıkı dostuz. Birbirimizin dilinden anlıyoruz. Ne de olsa eminiz ki birbirimizin iyiliğini istiyoruz hep.

Her şey enerji! Müzik de öyle. Gerçekten müthiş bir ruh gıdası. Müziğin gücünü sonuna kadar kullandığımı düşünüyorum. Bu hayatta ne çok güzel şey var. Ne çok şey bize hizmet ediyor! Ne kadar çok seviliyoruz ki bu kadar çok ikram görüyoruz! Umarım sonunda fatura ödeyemeyeceğimiz kadar şişkin olmaz.

1 Eylül 2009 Salı

Niyetlerin saflığı

Bir süre ara verdikten sonra yeniden kulağımda müzikle harflere dokunmak çok güzel. Böyle geçen dakikalar benim için her zaman çok değerli olmuştur. Fırtınalı, azgın dalgalarla dolu dünya denizinden içimdeki sakin limana demir atmak gibi geçmiştir bu dakikalar hep. Huzur verici ve iyileştirici. İşte yine döndüm limanıma.

Bugünlerde niyetlere kafayı taktım. Hayatlarımızın, farkında olduğumuz ve olmadığımız binlerce niyetlerden oluştuğunu düşünüyorum ve bizim saflığımızı tamamen onların belirlediğini. Onlar ne kadar saf ise bizler de o kadar saf oluyoruz. Şimdi niyetlerimi düşünüyorum. Yaşarken farkında olarak veya olmayarak nelere niyet ettiğimi ve onların ne kadar saf olduğunu sorguluyorum. Bu konu nerden aklıma geldi dersek, bugün iş yerimin terasında yağmuru izlerken yaprakların ucundan yavaşça sarkan ve yere düşen yağmur tanecikleri bana bu ilhamı verdi. Öylesine saf ve berrak göründüler ki gözüme onlarla empati yaptım. Kendi berraklığımı sorguladım yaşamımda. Hayattan ne istiyorum?, kimlerden ne gibi çıkarlarım var? Beklentilerim neler? Bu uğurda ne gibi davranışlarda bulunuyorum? Birilerini kırıp incitiyor muyum bu uğurda? Üzüyor muyum farkında olmadan onları? Davranışlarım ne kadar beni ifade ediyor? İçimdekilerle dışımdakiler ne kadar birbirinin aynı? Hayatımda neler olup bitiyor? Bunların sebebi ve kaynağı nedir? Benim rolüm nedir?

Sürekli, her an, her dakika ve saat her şeyin sadece enerjiden ibaret olduğuna daha fazla inanıyorum. Hayatlarımız bir yöne doğru gidiyor ve bizler çoğu zaman direksiyonun başında olmuyoruz. Farkında olmadan kontrolsüzce düşünceler aklımızdan akıp gidiyor. Ne bir filtre var ne de onlara yön verecek valfler. Farkına bir varabilsek onların ne kadar önemli olduğunun! Hepsinin çok güçlü enerji dalgalarına sahip olduğunun ve hayatımıza yön verdiğinin! Niyetlerimizin ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu bir bilebilsek ve hiç unutmasak. O zaman işte o zaman önümüzde duran hayat direksiyonlarımızın farkına vararak kontrolü ele alabilirdik. Beynimize akıp duran kötü dalgaları durdurabilsek, sevgi enerjisine yer açabilsek içimizde ve onların hayatımıza şifa verdiğine tanık olabilsek. Endişelerin, kuruntuların, nefretlerin, kıskançlıkların, intikam duygularının birer zehir olduğunu görebilsek ve onların bizi ne kadar hasta ettiğinin farkına varabilsek. Bunlarla bilinçli bir şekilde mücadele edebilmek için kendimizi eğitsek. Bu gerçekten eğitimlerin en müthişi olurdu. Bir şeyleri öğrenmek için harcadığımız çabanın bir kısmını buna verebilseydik ve hayatımızın bir yağmur damlası kadar berrak olması için mücadele edebilseydik, bu ne muhteşem bir ilerleme olurdu. Zaten bu dünya bizi öyle bir ele geçirdi ki, önceliklerimizi bile unuttuk. Nelere gerçekten ihtiyacımız olduğunu unuttuk. Birer robot haline geldik. Gözümüzü hırs bürüdü ve artık gerçekten göremez ,gerçekten duyamaz olduk. Bizler çok kirlendik. Arınmaya, temizlenmeye öyle çok ihtiyacımız var ki!

Keşke mutluluk pusulamızın bozulduğunu anlayabilseydik!

Tüm bu konularda yazılmış onlarca kitap var ve insanların artık bunlarla daha fazla ilgilendiğini görüyor olmak çok güzel. Ben de yıllardır okurum, okuyup düşünürüm, ve bir türlü kendimden memnun olamadım. Bir türlü yeterli göremedim kendimi. Ama bunca yıldan sonra o kitaplarda gerçekten nelerden bahsettiğini daha yeni anladığımın farkına varıyorum. Meğer yıllardır hiç bir şey anlamamışım, ama onlar birer tohum gibi hayatıma serpilmiş ve işte şimdi filizleniyorlar. Bunları içimde hissediyorum. Bana huzur verince anlıyorum. Hayatımda tecrübe ediyorum ,gözlemliyorum ve düşünüyorum. Artık biliyorum ki neye niyet ediyorsam o hayatımda bir gerçek haline dönüşüveriyor. Sihir gibi bir şey bu. Zaman yüzünden farkına varamıyoruz. Zaman bizi kör ediyor , bir sis perdesi gibi kapatıyor her şeyi. Ama pes etmezseniz bunun peşini bırakmazsanız kalkıveriyor tüm sis perdeleri. O zaman anlıyorsunuz neye ait olduğunuzu ve ne kadar büyük bir gücün bir parçası olduğunuzu ve uğrunda mücadele edip durduğunuz tüm o şeylerin ne büyük bir yanılsama olduğunu.

Saygılarımla,
Deniz....

19 Temmuz 2009 Pazar

Zaman Kasesi


Hep insan olmanın anlamı üzerine düşünmüşümdür ve dileğim bu düşünme eyleminin ölene dek hiç son bulmaması. Zaten beni bu konuda düşündüren gerçek, ölüm denen olgu. Sonsuzluğu düşünüyorum ve bunun içerisinde bir an ,çok kısacık bir an, Deniz ismi ile yaşayıp ölüyorum. Ama neden? Herşeyin bir sebebi bir anlamı olduğuna inanan ben Deniz işte bunun da bir önemi bir sebebi olduğuna inanıyorum. Ne yapmalıyım? Nasıl bir Deniz olmalıyım? Görevim nedir bu kısacık hayatta?

Kişisel gelişim uzmanları sürekli insanın bir hedefi olmasının öneminden bahsederler, hayatta bir amacın olması gerektiğinden, anlamlı bir yaşam için. Gerçekten de kendimize hedefler koymalı ve zaman denen kasemizi bizi bu hedeflere ulaştıracak eylemler ile doldurmalıyız. Ama işte burda sorulması gereken en önemli diğer soru : Bu hedeflerin neler olması gerektiği.

Apollo Tapınağının girişinde yazan "Gnothi Seauton" yani "Kendini Bil" mesajı gerçekten içinde çok derin mesajlar barındırıyor. Doğru ya kendimi bilmezsem hedeflerimi, amaçlarımı nereden bilebilirim? Başarının her zaman içten dışa doğru geldiğine inanırım. Önce içimizde, özümüzde başarıyı yakalamalıyız ,sonrasında işte ve dış sosyal çevremizdeki başarılar gelmeli. Önce ailemizde yakalamalıyız başarıyı ve mutluluğu. İçimizde kendimizle barışık olabilmeliyiz. Bizler ne yapıyoruz? Sürekli başkalarını yargılayıp duruyoruz. Kendi içimizde neler olup bittiğinin farkında olmadan , sürekli dışarda bizi ilgilendirmeyen işlere burnumuzu sokuveriyoruz. Kendimize öylesine yabancıyız ki!

Geldiğimiz bu yaşam noktasında dikkatlerimizi dağıtan, bizi oyalayan, kendimizi bilmemizden bizi alıkoyan o kadar çok faktör var ki! Sanki cezalandırılıyoruz. Tüm bu etkenlerin içinde kendimizi kaybetmememiz öylesine önemli ki! Zaman sürekli artan bir ivmeyle yol alıyor. Günler saatler gibi, haftalar günler gibi ve yıllar aylar gibi gelip geçiyor. Durup baktığımda zaman kaseme, içinde biriktirdiğim şeylerin ne kadar saçmalıklarla dolu olduğunu gördüğümde üzülüyorum. Ama seviniyorum çünkü hala burdayım, hayattayım. Hala şansım var. Derslerimi alıp, yeniden yola koyulmak, daha fazla kendimi bilmeye odaklanmak zorundayım. Bu kısacık hayatım anlamsız olmamalı. Bir ot gibi geçmemeli yıllar. İçi ben ile dopdolu olmalı zaman kasemin, beni ben yapan şeylerle. Öldüğümde sonsuzlukta parlayan bir yıldız olabilmeliyim. Yaşamın önemini kavramış , hayatını çarçur etmemiş, kendisine gönderilen mesajları almış bir insan olarak yaşayıp ,gerçek yurduma dönmeliyim. Burası bir okulsa, diplomasını başarıyla alarak mezun olmuş bir öğrenci olmak istiyorum. Ölüme inanmıyorum ben. Ölüm sadece yeni bir başlangıç, mutlak gerçeğe açılan bir kapı. Bu düşünce beni daha mutlu, daha iyi bir insan yapmaya yetiyor. İnsanları üzmek aldatmak istemiyorum. Bu kısacık yaşamdan çok keyif almak istiyorum. Hatalarımı beni daha olgunlaştıran dersler olarak görmek istiyorum. Bir bardak su içtiğimde bana bunu verene teşekkür etmek istiyorum. Yüreğimde mutluluk enerjisinin sonsuzluk ile birleştiğini hissediyorum. Tüm tecrübelerim , iç seslerim , hislerim ile bunların mutlak gerçekliğine inanıyorum. Başka yollara da saptım bu hayatta ama hiç biri bana bu lezzeti veremedi. Hiçbirinde bu kadar net mutluluğu ve zenginliği hissetmedim.

Tüm bunların hayatın şifreleri olduğuna inanıyorum ve onları çözebilelim diye bize verilen en değerli gücün yani aklın değerini bir kez daha anlıyorum.

Saygılarımla,
Deniz ....

26 Mayıs 2009 Salı

Güç

Hepimizin içinde bir yerlerde çok büyük bir güç barındığına inanıyorum. Herşeyin üstesinden onu kullanarak gelebileceğimiz, düştüğümüzde bizim kalkmamızı sağlayacak, tüm olumsuzlukları giderebilecek, çirkinlikleri güzelliklere dönüştürebilecek bir güç var içimizde bir yerlerde. Önce ona inanmalı ve sonra bulmalı ve gerektiğinde kullanabilmeliyiz. Bu güce hepimizin çok fazla ihtiyacı var. Ona sığınmaya ihtiyacımız var. Böyle bir şeyi hissetmiyorsanız, o zaman aramalısınız. Kendi içinize dönmeli ve Onu aramalısınız. Size tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki hayatınızdaki en öncelikli amacınız Onu bulmak olmalı. Her yerde aramalısınız. Onu bulmaya niyet etmelisiniz, istemelisiniz ve hazır olmalısınız. Yüreğinizde o güce yer açmalısınız. Onu bulduğunuz zaman artık kendinizi bir süper kahraman gibi hissedebilirsiniz. Çünkü o size her konuda en güzel klavuzluğu yapacaktır ve ihtiyacınız olan gücü verecektir huzurlu bir yaşam için.

Saygılarımla,
Deniz....

24 Mayıs 2009 Pazar

Özgürlük

Bugünlerde çok yorgunum. Bu çok çalışmaktan ya da yük taşımaktan ileri gelen bir yorgunluk değil. Beyin yorgunluğu denebilir belki buna. Zihnim durmadan konuşuyor. Atıyor, tutuyor, tartışıyor, birşeyler istiyor, şikayetler ediyor, durmaksızın devam ediyor. Senaryolar çiziyor, olacak olmayacak şeyleri kurguluyor, beynime girmiş onlarca sivrisinek gibi vızır vızır dolanıp duruyor düşünceler, tatlısıyla, tuzlusuyla, acısıyla, ekşisiyle. Şöyle kimselerin olmadığı bir yerlerde sonsuzluğun önünde sessizce karanlıkta oturmak istiyorum. Herşeyi susturup, özgürce oturmak istiyorum öylesine, tüm kimliklerimden, arzularımdan, beklentilerimden, egolarımdan, sevinçlerimden, üzüntülerimden sıyrılıp. Bir ışık gibi saf ve şekilsiz bir şekilde durmak istiyorum.

Özgürlük! Ne kadar da huzur verici bir kelime. Herşeyden sıyrılmak, tüm yükleri bırakmak, dünya ile bağları kopartmak, herşeyden vazgeçmek. Sadece öz varlığım o kadar! Bu ne büyük bir zenginlik! Ne büyük bir mutluluk olurdu! Bu çok ince bir çizgi. Herşeyden vazgeçip sonsuzluğa sahip olmak. Hiç bir şeyle ölçülemeyecek kadar zengin ve mutlu olmak. Bu muhteşem bir irade! Gerektiğinde en değerli bir varlığını kalkıp hiç tanımadığın ama daha çok ihtiyacı olduğunu bildiğin birine verebilmek. Hiç bir şeyi sahiplenmeden yaşayabilmek, paylaşabilmek karşılık beklemeden gerektiğinde.

Öyle çok şey istiyoruz ki hayatta! O kadar çok şeye sahip olmak istiyoruz ki, sonunda kendimizi kaybediyoruz. Sürekli kalıcı bir hapishanede gibi yaşıyoruz, tutsak. Makamlarımızın esiri oluyoruz, paranın, ünün esiri oluyoruz. Bazen de sıkıntıların ya da mutlulukların esaretinde yaşıyoruz. Birini bırakıp hemen başka bir şey buluyoruz. Birbirimizle yarışıyoruz bu konuda, yalanlar söylüyor, tuzaklar kuruyor, yolsuzluklar yapıyoruz. Bu hapishanelere girmek için ne de çok istekli davranıyoruz. Bazen de şehvetin esiri oluyoruz, başka bir şey düşünemeden yapamıyoruz. Bu bazen insanı öyle bir ele geçiriyor ki, en uç sapıklıkları yaparken buluveriyoruz kendimizi. Hiç doymuyoruz! Elimizde olanlar yetmiyor bize! Hep daha fazlasına dikiyoruz gözlerimizi, şükretmiyoruz. Sonra elimizden gidiveriyor bazen o tüm benliğimizle bağlı olduğumuz şeyler. Sanki bizden birşeyler kopmuşcasına bunalıma giriveriyoruz. Korkulara kapılıyoruz dünyamız yıkılıyor. Bu dünya denen ilüzyon, bizleri ne de kolay büyülüyor! Bu kadar karmaşık düzen içerisinde o herşeyden daha önemli içimizdeki o masum özümüzü ne çok ihmal ediyoruz. Sönmüş bir ışık gibi kalıveriyor oracıkta, onu yeniden bulmamızı bekler gibi. Ama 1sn bile durup düşünmeye, aklımızı başımıza almaya vaktimiz olmuyor! Tüm saçmalıklara saatlerimizi günlerimizi verirken avucumuzdan sonsuzluk kayıveriyor farkına bile varamıyoruz. Ne büyük bir kayıp. Ne büyük bir gaflet!

Bu yaşamda sadece tek bir şeye kalbimde yer açmak niyetindeyim. Bu sonsuz büyüklükte bir sevgi. Bu herşeyin gerçek sahibi. Herşeyin özü. Asla kaybedilmemesi gereken, sahip değilsek arayıp bulmamız gereken en değerli varlık. Bizi sonsuzlukta özgürleştiren, hiç bir şeye ihtiyacımız olmadığını anlatan iç sesimiz. Bizi düştüğümüzde kaldıran, üzüldüğümüzde gülümseten, umudumuzu asla yitirmememizi sağlayan kaynak. 50 trilyon olsun hesabımızda, O yoksa bunun ne değeri vardır ki! Sonsuzluğun yanında 50 trilyon nedir ki?

Sahip olduğumuz ve değerli sandığımız her şey sadece bir ilüzyon! Aksini düşünüyorsanız, yüreğinize dönün ve bakın oraya! Ne kadar mutlusunuz! İçinizde duran o boşluğu dolduran şey ne? Nelerin esiri oldunuz? Onları kaybettiğinizde ne hissedeceksiniz? Bu evrende nedir asla kaybolmayacak olan? Nedir sizi özgür kılacak olan yegane şey? Onu bulun, bulduysanız kaybetmeyin, yüreğinizle sımsıkı tutun. O serinleten ateşi asla söndürmeyin!

Saygılarımla,
Deniz ....

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Yaşamı Anlamlı Kılmak

Zaman zaman hayatımı çok anlamsız bulmuşumdur. Bu üstün özelliklerle donatılmış muhteşem varlık, eşsiz düşünme gücü ile , beyin gücü ve zekası ile , her biri ayrı bir deha ile üretilen organları ile bu üstün canlı hayatını anlamsız bulmaktadır. Ne büyük bir eksiklik! Ne önemli bir hastalık! Bu hastalığı nereden kaptım? Nasıl iyileşirim çok sorgulamışımdır.

Hayatımızı çok karmaşıklaştırdığımızı düşünüyorum. Egolarımızın elinde köle olmuş vaziyette yaşıyoruz. Doymuyoruz, yetinmiyoruz, sürekli tüketiyoruz. Kendimizi diğerlerinden üstün kılmak için sürekli arayışlar içine giriyoruz. Evlerimiz ,arabalarımız oluyor hala mutsuz kalabiliyoruz. Hayatı karmaşıklaştırmak ,zorlaştırmak için ne de çok çalışıyoruz. Ellerimizde duranı görmekten çok olmayana ne de çok odaklanmışız! Bir bardak suyu içerken bunun ne büyük bir nimet, ne büyük bir zenginlik olduğunu göremeyecek kadar körleşmişiz. Ne kadar basit değil mi? Bir bardak su içebilmek! Ama inanın hayatın anlamı aslında basit şeylerde gizli. Sahte zenginlikler peşinde hayatımızı harcarken gerçek zenginliğimizi boş yere kaybediyoruz. Zengin olduğumuzu sanırken aslında iflas ettiğimizi göremiyoruz. Sonra bir gün geliyor işler tersine dönüveriyor ve o gurur duyduğumuz , insanlara küçümseyerek bakmamıza yol açan sahte zenginlikler elimizden kayıverdiğinde ,ortada kaldığımızda kafamız dank ediyor. Aslında ne büyük bir aldanma içerisine düştüğümüzü anlayıveriyoruz. Bazen de anlayamayıp canlarımıza kıyıveriyoruz! O mal mülk ile kariyerimizle öylesine bir oluyoruz ki onlar yok olunca biz de yok olma yoluna gidiyoruz. Her şeyden ayrı olması gereken öz varlığımız nasıl da EGO'ların kara bulutları içerisinde kaybolabiliyor.

Sessizce oturup fırtınalarla dolu zihnimin farkına varmak istiyorum. Beni öylesine yoruyorlar ki! onlara SUSUN ARTIK! diye bağırmak istiyorum. SUSUN ve beni biraz olsun rahat bırakın! Hepimizin sessizliğe öyle çok ihtiyacı var ki! O an sadece nefes aldığımı hissetmek farkında olmak istiyorum. Ne kadar zengin olduğumun farkına varmak istiyorum. Camı açıp içeriye yaşam enerjisinin akmasına izin vermek, o serin rüzgarın beni kutsamasına izin vermek istiyorum. Herşeyi yaratan O sonsuz varlıkla aynı yerde olduğumu bilmek istiyorum. Ne kadar büyük bir güce sahip olduğumu hatırlamak istiyorum. Yaşamım nasıl anlamsız olabilir artık böylesine önemli bir anda! Canımı ne sıkabilir? Herşeye sahipken neyim eksik olabilir artık? Ne için şikayet edebilirim? Bana bu kadar çok şey verilmişken! Sırtımıza öylesine büyük yükler almışız ki, kendimizi egoların esaretinde öylesine çok kimlik vermişiz ki, kendi asıl kimliğimizi kaybetmişiz. Sırtımıza boş yere yüklediğimiz o yükler ile bellerimiz ağrımış, hasta olmuşuz. Manevi sıkıntı yükleri bedenimizde fiziksel hasarlara yol açmış. Halbuki tüm bu yükleri bıraksak, tüm o kimliklerden sıyrılsak, şöyle bir an için rahatlasak ve O büyük varlığa sığınsak. Her şeyimizi O'na teslim etsek. Saf ve tertemiz niyetlerle dertleşsek O'nunla. Gücümüzün farkında olsak ve bu güç ile her şeyin üstesinden geleceğimize inansak. Bu yolda çok çalışsak, çevremize ışık tutsak, yardım etsek, bu gücü paylaşsak ve herkesin iyiliğini isteyebilsek. İş işten geçmeden, bize sunulan bu yaşama fırsatı elimizden alınmadan aydınlanabilsek. Ölüm anında, sürekli görmezden geldiğimiz, ihmal ettiğimiz kendi öz varlığımızla baş başa kalacağımızın farkına varsak, diğer herşeyin yok olup bizi terkedeceğini unutmasak. Sevinenlerden ve söz dinleyenlerden olabilsek.

İşlerimizin, kariyerlerimizin sadece bir araç olduğunu düşünüyorum. Ama bizler yolumuzu kaybedince, bunlar amaç haline gelince. O zaman yaşam anlamsızlaşmaya başlıyor. Çünkü doğamıza uygun yaşayamıyoruz ve asıl önemlisi bunun farkına bile varamıyoruz. Sanıyoruz ki hala bir şeyler eksik. Evet karnımızı doyurmalıyız, barınacak yerlere sahip olmalıyız. Kendimizi geliştirmeliyiz. Ama bunlar, BİZ'i bulmamız gereken yolda araç olmalı. Kendimizi bulmalıyız ve bu bizim yaşam hedefimiz olmalı. Doğamıza uygun yaşamalıyız ve yaşamlarımız evrende büyük bir yıldız gibi anlamla parlamalı.

Saygılarımla,
Deniz ...

İç Sesleri


Hepimizin çok fazla güvendiği dostlarımız olmuştur. Sırlarımızı paylaştığımız, dertleştiğimiz, beraber sevinip beraber üzüldüğümüz. Ama bazen öyle bir olay olur ki bu çok güvendiğimiz insanla bir anda açılıverir aramız, hiç anlam veremeyiz, bir anda dünyaya karşı büyük bir kin ve güvensizlik ile bakmaya başlarız. Burada yine Montaigne'den bir söz aklıma geliyor:

"Dostlarını, bir gün kendilerinden nefret edecekmiş gibi sev ve bir gün kendilerini sevecekmiş gibi nefret et."

Ama öyle dostlar var ki, onlar siz izin verdiğiniz müddetçe, onları dinlediğiniz sürece asla size ihanet etmezler. Onlar bizim iç seslerimizdir. Bize doğruyu ve yanlışı söylerler. Bazen hayatımızda bazı durumlarda kararsız kaldığımızda bize gitmemiz gereken yönü gösterirler. En önemlisi onlar bizi bizden bile iyi tanırlar ve asla yalan söylemezler, siz söylemediğiniz sürece, onları dinlediğiniz sürece. Peki dinlemezseniz ne olur? Size küserler, artık konuşmazlar, ve siz işte o zaman en değerli dostlarınızı kaybetmeye başlarsınız. Ama onlar kin tutmazlar, ne zamanki hatanızı anlayıp onlara yeniden gereken önemi verip dinlemeye başlarsanız onlar yeniden dönerler büyük bir sevinçle. Onların çok değişik isimleri vardır, bazen vicdan da deriz. Ama ben iç sesim demeyi tercih ediyorum ve bu sesleri ilahi bir boyuttan gelen fısıldamalar olarak görüyorum.

O kadar büyük bir kirlilik, gürültü ve yanlışlar içerisinde yaşıyoruz ki onlara yeteri kadar kulak veremiyoruz hatta çoğu zaman varlıklarından bile haberimiz olmuyor. Ben de bir insanım çok hatalar yaptım ve yapıyorum, bazen yönümü şaşırdım ve şaşırıyorum. Bazen keşke güvenebileceğim bir merci olsa danışsam demiştim. Öyle sıkıntıları vardır ki insanın, çok özeldirler, kimse ile paylaşılamazlar, kimsenin anlayacağı düşünülmez. Kendini yalnız hissedersin. İşte genelde o sesler böyle anlarda fısıldamaya başlarlar, eğer saf ve tertemiz niyetleriniz varsa, amacınız kötülük değilse, bu dünyada iyiliği bulmaksa amacınız, işte böyle bir anda içinizde bir şeyler duyarsınız. Öyle güzel bir sestir ki güven verir! İşte bu dersiniz, aradığım şey tam da bu. İşte yaşamım boyunca bu sesleri ilk duyduğum andan itibaren en fazla onları kaybetmekten korktum. Beni terketmelerinden ve bir daha hiç gelmemelerinden. Onlar benim için bir test oldular, bana ayar yapan testler. Ne zaman kayboldular hemen kendime baktım neyim yanlış olmaya başladı diye, sonra bulup düzelince yeniden geldiler ve huzur verdiler bana.

Dünya öylesine tehlikeli şeyler ile donatılmış ve süslenmiş ki! Öylesine oyalayıcı ve uyuşturucu ki! Onun kandırmacaları ile gözlerimiz bulanıyor, zihnimiz karışıyor. Şöyle bir çekilsek, kendimize zaman versek, hayatımıza baksak, içimize dönsek ve o sesleri arasak. Bir yerlerden sürekli fısıldanan o kutsal sesleri. Onları hiç kaybetmesek. Kaybedecek şeyler yapmasak. Onların gerçek değerini bir bilebilsek!!

Saygılarımla,
Deniz .....

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Yanılsamalar


Bu yazıma Montaigne'in çok güzel bir sözü ile başlamak istiyorum:

"Sonunda acı getirecek zevklerden kaçınabileceğini, sonunda zevk getirecek acılara dayanabileceğini düşünüyorum."

Bu insanların bu cümleleri bizlere miras bırakması ne de büyük bir şans!

Bu yaşamda o kadar mikro düzeyde yaşıyoruz ki, önümüze çıkıveren çok güzel süslenmiş bir pastanın büyük resimde aslında bir zehir olduğunu göremiyoruz bazen. Öylesine peşinci varlıklarız ki, güzellikleri hemen tahsil etmek istiyoruz. Emek harcamadan , mücadele etmeden, hak etmeden! Sonra karşımıza çıkan, hoşumuza hiç gitmeyen bir durumun büyük resimde bizim faydamıza ve mutluluğumuza olduğunu da anlayamıyoruz. Hemen karar veriyoruz bu iyidir hoştur ve bu kötüdür. Sürekli bir yanılsama içindeyiz. Ne kadar cahil olduğumuzu görmeyi bir kenara bırakın bazen kendimizi bilge bile sanabiliyoruz. Ama acaba havada uçan bir toz parçacığı kadar bir şey biliyor muyuz? En azından ben inanmıyorum.

Görebildiğini sandığımız gözlerimiz bile aslında sadece yanılsamalar dünyasında bir şeyler gördüğünü sanıyor. Yaşam öylesine şifrelerle dolu ki! Bazen tüylerim ürperiyor. Şaşırıyorum! Beynimizin ve düşüncelerimizin ufacık bir kibrit kutusu kadar bir dünya içinde tıkalı olduğunu düşünüyorum. Bu ufacık kutuda yaşıyoruz.

Geçmişime bakınca içinden geçtiğim ne kadar çok yanılsamalar bulutu varmış diyorum. Ne çok yanılmışım, ne çok hata yapmışım! Sonra bu hataların benim için ne kadar anlamlı olduğunu düşünüyorum. Bu derslerden geçmesem nasıl öğrenebilirdim? Nasıl farkındalığımı artırırdım? Şimdi farklı mı? Hayır yine hatalar yapıyorum, yine yanılıyorum, yine zevklerin peşinden koşuyorum. Sonra küüt diye kafa mı duvara çarpıveriyorum.
Bu dünyada kendi başına olmak, ne acı verici bir tecrübe! Sahipsiz olmak, ya da sahibini tanıyamamak! Bu fırsatın büyüklüğünü görememek ne büyük bir talihsizlik! Ama dedim ya kimseyi yargılamak bana düşmez. Ben sadece sahip olduğumu düşündüğüm sonsuz mirası paylaşmak istiyorum. Diğer benleri bulmak, parçaları tamamlamak istiyorum, sevginin azalan yoğunluğunu artırmak istiyorum. İçimde hissettiğim , buluverdiğim bu sonsuz gücü herkesin farketmesini, bulmasını istiyorum. Hiç bir şeyde hissedemediğim bu tarif edilemez yaşam enerjisini herkesin hissetmesini istiyorum.

Ne zaman bu bağı koparsam kendime geldiğimde sefilleri oynuyorum. Toparlanmak zor oluyor. Ben bir sahibim olduğunu biliyor ve inanıyorum. Beni koruyan, gözeten, şımarıklıklarımı çeken, hatalarımı kabul eden, çıkar gözetmeden iyiliğimi isteyen, doğru yoldan ayrılmamamı bekleyen bir sahip. Bir bardak su içmenin ne anlama geldiğini bilmediğimiz hayatlar yaşıyoruz. Sürekli şikayet ediyoruz. Sahip olduklarımız bizi mutlu edemiyor. Hep istiyoruz. O da olsun ,bu da olsun, şu da olsun! İnanmaktan korkar hale gelmişiz, inandığımızı paylaşamaz olmuşuz, hepimiz kendi dünyalarımızda hapse düşmüşüz. Biraraya gelmekten korkuyoruz, kendimizden korkuyoruz, egolarımızın tutsağı olmuşuz.

Sabah çok erkenden gün ağarırken camı açıp derin bir nefes çekmek ne tatlı bir duygu! Ne büyük bir zenginlik! Ne büyük bir nimet! Ne büyük bir sevgi! Bir olmak o nefesle , kuşlarla beraber günün gelişini kutlamak, onlarla beraber şarkılar söylemek ne güzel! Onların enerji kardeşlerim olduğunu bilmek ne güzel!

Bu yaşamda en önemli konu pes etmemek, düştüğünde her defasında yeniden ve çok daha güçlü bir şekilde kalkabilmek, hata yapmaktan korkmamak. Yaşama sevincini kaybetmemek, ne olursa olsun! Son nefesi verene kadar inanmak! Umudu asla yitirmemek! Sahibinin hemen yanı başında olduğunu bilerek güven duymak! Gerçekten görmek için bazen gözlerimizi kapatmayı denemek, tüm önyargılarımızı, egolarımızı, kimliklerimizi, konumlarımızı bırakıp baksak kim olduğumuza , neden burada olduğumuza! Yanılsamaların hayatımızı tamamen işgal etmesine izin vermesek!

Saygılarımla,
Deniz....

26 Nisan 2009 Pazar

Düşünceler ve Enerji

Ben hep aklı bir karış havada diye tabir edilen insanlardan olmuşumdur. İlkokuldan itibaren hayal gücüm, merakım ile birleşmiş ve kendimi sürekli sorular sorarken bulmuşumdur. Her zaman niyeti olan bir insan olmuşumdur. Şimdi geçmişe dönüp baktığımda hayatımda bir takım manyetik alanların oluştuğunu ve bunların beni bir şeylere yakınlaştırıp bir şeylerden uzaklaştırmış olduğunu görüyorum. Bazen hayatta bazı şeyler bizlere zor geliyor, istediğimiz şeyler olmuyor. Hemen sıkılmaya isyan etmeye başlıyoruz. Her şeyi çok çabuk istiyoruz. Şimdi düşündüğümde her defasında ne kadar aciz ve zavallı olduğumuzun farkına varıyorum. Körlüğümüz karşısında şaşırıyorum. Düşüncelerin, hayal dünyamızın önemi karşısında şok oluyorum. Ben kitap okumaya başladığımdan itibaren her zaman hayatını sorgulayan kişisel gelişimine çok önem veren bir niyet içerisinde olmuşumdur. Şimdi bakıyorum artık çekim yasaları, pozitif düşüncenin gücü ve quantum fiziği ile ilgili kitaplar her yerimizi sarmaya başladı. Bu gerçekten çok hoş. İnsanların bilincinin bu yönde gelişiyor olması gerçekten çok önemli. Her bir insan kadar ayrı ayrı dünyalar var aslında, her ruhun buraya geliş amacı var, üstün bir özelliği var ama bulmamız gereken nokta ortak. Hepimiz değişik yollardan ve tecrübelerden geçerek Bir'i bulmaya çalışmalıyız. O yüzden herkesin yoluna saygı duymak zorundayız. Kimsenin yolunu aşağılayamayız. Sadece sevgi ile, birilerini kendi tarafımıza dahil edeceğiz kaygısı olmadan, bir çıkar hesabı yapmadan fikirlerimizi paylaşmalıyız. Mutlaka bu moda akımları bize yardımcı olacak araçlar olarak görmeliyiz. Onları amaç haline getirip, büyük resmi unutur hale gelmemeliyiz. Bir'liğe giden yollarda yolumuzu şaşırmamalıyız. Yüzüklerin efendisi filminde 2 hobbit'in gösterdiği azmi gösterip, bizi yolumuzdan saptırmak isteyen her türlü tehlikeye rağmen hedefimize ulaşmalıyız.

Her şeyin aslında enerji olduğundan bahsetmiştim. Düşüncelerimiz de enerji, aklımızdan geçen her bir düşünce ve hayal, evrende bir şeyleri tetikleyen unsurlar haline geliveriyor. Bir yaşam niyetiniz var ise etrafınızda buna uygun bir manyetik alan oluşturuyorsunuz. Sonra her şeyi yöneten ve herşeyin hakimi olan o büyük enerji ,sizin niyetinizin saflığı doğrultusunda size yardım etmeye başlıyor. Ben hayatımın bir çok döneminde niyetlerimin gücü ile hayatıma yön verildiğini, o anlarda hissedemesem de daha sonra, mutlaka hissetmişimdir. Bu da beni her defasında düşüncelerimi kontrol etmeye zorlamıştır. Düşünceler ile hasta olunup, düşünceler ile iyileşildiğine de inanıyorum. Nefes alıp vermenin önemine de inanıyorum. Zehirli ve bize huzursuzluk veren düşünceler üretiyorsak eğer ve düşünce de bir enerji olduğu için bu zehirin vücudumuzda bir yerlerde dönüşüme uğradığını düşünüyorum. Enerji asla yok edilemez ve büyük patlamadan sonra yeni baştan hiç bir enerji yaratılmamıştır. Sadece sürekli bir dönüşüm içindedir. Çok yemek yiyorsak ,bu fazladan aldığımız enerji, bir yerlerde yoğunlaşıp bize sorunlar çıkarıyor. Enerjinin korunumu yasası her yerde kendini ispatlıyor. Beynimizde, bedenimizde, hayatımızda ve evrende. Sürekli bir döngü yaşanıyor. Farkındalık fenerimizi bu yüzden buraya da tutmamız gerekiyor. Neler düşündüğümüzü önemsememiz gerek, niyetlerimizde dikkatli olmamız gerek. Ancak ve ancak sevginin enerjisi ile hayatımızı aydınlatabileceğimizin farkında olmamız gerek. Kendimizi, çevremizi ve hayatımızı güzelleştirebilecek tek enerji sevgi enerjisidir. Çünkü bu evren bu enerji ile yaratılmıştır. Bilerek veya bilmeyerek yaydığınız her kötü enerji önce size, sonra hayatınıza ve çevrenize zarar verecektir. Kötü arkadaşları kendinize çekip, şansızlıkları, kötü talih dediğiniz olayları kendinize çekeceksinizdir. Sonra da isyan edip bu döngünün daha da şiddetlenmesine sebep olacaksınızdır. Hayatınızda bir şeyler kötü gidiyor, hastalanıyorsanız, tüm talihsizlikler sizi buluyorsa, enerjinin korunumu yasasını hatırlamalısınız. Büyük ve herşeyin kaynağı olan sonsuzluk enerjisine yönelip sevgi enerjisini tüm hücrelerinize çekmelisiniz. Her nefes alışınızda sevgi olmalı ve her nefes verişinizde kötülüğü uzaklaştırmalısınız bedeninizden ve hayatınızdan.

Allah en büyük sonsuzluk enerjisi ise mutlaka bu enerjinin değişik bileşenleri mevcut. Bu enerjinin bildiğimiz ,öğrendiğimiz kadarı ile 99 değişik ismi mevcut ve her bir isim değişik enerji dalgaları yaymakta, bunları inanarak tekrarladığımızda bu enerjinin hayatımıza akmasına izin veriyoruz düşüncelerimiz aracılığı ile. Enerji bedenimizdeki eksiklikler , hatalar bu şekilde düzeliyor. Uzak doğu felsefeleri çok moda ve onlara baktığımızda buna benzer şeyler görüyoruz. Sevginin önemini vurguluyorlar, çok değişik mantraları var ve bunlara bakarak meditasyon yapıp bunlardan enerji alıyorlar. Ben dünyada bugüne kadar her şeyde birlik kavramının geçerli olduğuna inandığım için dinlerin de birbirinden ayrı olabileceğini asla düşünmüyorum. Bu evrenin tek bir hakimi var ve ancak tek bir inanç sistemi olabilir. Ancak nasıl enerji dönüşüyorsa insanlar da zaman içinde bu enerji ile dönüşüyorlar. Algıları düşünce yapıları değişiyor ve bu yüzden bu sisteme uygun enerji boyutuna geçiriliyorlar ve biz bunları birbirinden ayrı ve hatta birbirine düşman dinler olacak hale sokuveriyoruz. Burada da birlik kavramından uzaklaşıyoruz.

İnsan farkında olmadan ya da inkar ettiği, kendisine verilen kutsal düşünce gücü ile bazen her şeyin hakiminin kendisi olduğu yanılgısına düşüveriyor. Kendi içindeki büyük yaratıcının ufacık bir yansıması ile ama onu inkar ederek bir takım gerçeklerin yanılsamalarını keşfettiğini sanıyor. Böylelikle bir takım ideolojiler, moda inanç akımları, felsefeler türetiveriyor. Ya da mevcutta yer alan ve Bir'lik enerjisinden doğmuş bir inanç sistemine saldırıp onu parçalara ayırıveriyor. Kendi zavallı akılları ile kendi oluşturdukları bu akımlara yönelip yollarını şaşırıyorlar ve en kötüsü bu yanlışları hayatlarında körü körüne sabitleyip, doğrulaştırıyorlar, artık kimseyi dinlemeyip üstüne üstlük başkalarına da zarar vermeye başlıyorlar. Bu zehir yayılmaya başlıyor.

Tüm bu düzen içerisinde doğruluktan ayrılmamayı başaran, manevi güçleri ile her şeyin yaratıcısına bir nebze daha yakınlaşabilen özel insanların varlığına da inanıyorum. Bunlar bir şekilde mesajlarını vermeye çalışıp Bir'lik kavramı doğrultusunda bu sevgiyi herkese aşılamaya çalışmışlar. Yaydıkları sevgi enerjisi her seferinde onlara yeniden dönerek daha da yücelmelerini sağlamış. Karanlıkları aydınlatan çok güçlü bir ışık olmuşlar.

Her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan ve sonsuz enerjiye sahip O büyük varlıktan bizlere düşüncelerin en güzellerini göndermesini diliyorum. O güzel enerji ile yıkanıp tertemiz kalalım. Bu sevgi akışının geldiği kaynak asla kurumasın ve bizler amacına ulaşmış ve Bir'liğine dönmüş, görevini yerine getirmiş ruhlar olalım.

Saygılarımla,
Deniz...

Sevgi


Ben birlik kavramını her zaman ilham verici bulmuşumdur.Evrenin bir hiçlikten yaratıldığına yani büyük patlama (Big Bang) anına da inanıyorum. Aklımızın alamayacağı bir anda enerji yaratıldı ve o andan itibaren her şey bu enerjinin değişik görüntüleri haline geldi. Yani enerji şekil değiştirdi, gezegenler oluştu, şekil değiştirdi dünya oluştu ve yine değişik formlara ağaçlara, denizlere yıldızlara dönüştü. Ama insanı en fazla hayrete düşüren nokta tüm bu dönüşümlerde muhteşem bir zekanın izleri olması. Gezegenler arası mesafelerdeki muhteşem incelik ve çekim yasaları. Güneş mucizesi! ve Dünya'nın oluşumu ve içindeki mucizevi denge. Bu kadar karışık bir puzzle bu kadar uyum içinde nasıl biraraya getirilir akıllara zarar. Atomaltı parçacıklardan gezegenlere ve güneş sistemlerine , kara deliklere kadar her şeyin bir anda meydana gelen bir enerjiden oluşması ve büyük bir plan dahilinde ,bir mühendislik projesi gibi hiç bir hata olmadan gerçeğe dönüşmesi ve sonunda insanın ortaya çıkması! Büyük zekanın muhteşem eseri! İnsanlar hala beynin yapısı karşısında hayretlere düşüyorlar. Her bir hücre sanki evrenin zekasının bir sembolü. Var mı gözlerden daha iyi bir fotoğraf makinası! Kalpten daha iyi bir pompa! Yunuslardan daha iyi bir aerodinamik yapı! Yarasalardan daha iyi bir radar! Kartallardan daha iyi bir göz. Burada evrende ve içimizde olup bitenleri anlatabilmek iddiam sadece beni komik duruma düşürür. Ama evrenin hangi tarafına baksam sevgi görüyorum. İkram görüyorum. Zeka görüyorum. Şaşırıp kalıyorum.

Hayatımda her zaman bir şeylerin bağımlısı olmaktan nefret etmişimdir. "Seni bütün gücü ile diğerlerinden farksız yapmaya çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir ve bu savaş bir başladı mı asla bitmez" (e.e.cummings) felsefesi ile yaşamaya çalışmışımdır. Ama çevreme baktığımda kümeleşen ,gruplaşan insanlar görüyorum. Birbirinden kopan, birbirine tahammülü olmayan, sevgi duymayan insanlar görüyorum. Birlik kavramını göremiyorum hiç bir yerde. Tabiatı bile bozduk, türleri yok ettik. En tehlikeli virusun insanın ta kendisi olmasını sağladık. Fikirleri, kavramları birbirinin içine karıştırdık ve işin içinden çıkamadık. Ortalıkta Atatürkçüler, nurcular, dinciler, kürtler,lazlar, ermeniler, baş örtüsü takanlar takmayanlar, oruç tutmadığı için birilerini dövenler, içki içtiği için birilerini öldürenler, hakkı olmadığı halde başkalarının malına , ırzına geçenler, para hırsı ile hiç vicdan sızlaması yaşamadan, umursamadan devleti dolandıranlar hallerine geldik. Sürekli bir sıfatımız olmak zorundaydı. İnsan olmak yetmiyordu. Bir tarafta muhteşem sonsuz bir sevgi ile belli bir amaç için yaratılmış evren ama bunu görmekten çoook uzakta kendi açtığı kuyuya düşen ve içinden bir türlü çıkamayan, önünü bile görmekten aciz biz insanlar. Artık bize verilen tüm üstün özellikleri sürekli bir şeyleri yok etmek için kullanır hale geldik. Eminim burada yazdığım bazı cümleleri okuyanlar hemen bana da bir takım sıfatları yakıştırmıştır. Ama yanılıyorsunuz, ben o söyledikleriniz değilim, sizler de o size yapışıp kalan o sıfatlar değilsiniz. Bizler güneşiz, ayız, uzayız , evreniz, bizler biriz. Artık çemberlerimizi genişletmeli ,kendimize çeki düzen vermeliyiz. Her birimiz her bir hücresi ile bu kadar kutsal ve değerli iken nasıl kötülük enerjisi böyle yayılabiliyor. Artık birbirimize sevgi ile bakmamız gerekiyor, artık kendimizi anlamamız gerekiyor, basit çıkar hesapları yapmak yerine sonsuzluğumuzu geri kazanmamız gerekiyor. Öldürdüğümüz o sevgiyi yeniden canlandırmamız gerekiyor.

Saygılarımla,
Deniz...

Yaşama Sevinci

Zamanın çok hızlı geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Bizi oyalayan, dikkatimizi çeken o kadar çok şey var ki! Televizyonda yüzlerce kanal var, internet her yerde artık ve onsuz yapamıyoruz. Bilgisayar oyunları bizleri bile kendine çekmeye yetecek kalitede. İş hayatı zaten büyük bir ivme ile zamanda yolculuk yapmamızı sağlıyor. Bu kadar meşgul olmak beni gerçekten korkutuyor. Hepimiz hızlandırılmış filmler gibi yaşıyoruz hayatımızı. Sürekli bir telaş içindeyiz, bir yerlere yetişmemiz, bir takım işleri halletmemiz gerekiyor. Sabır desen artık çoğumuzda kalmadı. Trafikte 3sn. beklemeye bile dayanamadığımız için kornaları ambulanslar gibi kullanıyoruz. Bence büyükşehirlerde insanların ruhları hastalanıyor. Bulaşıcı bir şekilde hepimize yayılıyor. Bilincimiz devre dışı ve büyülenmiş gibi hızla dönen bir çarkın etkisinden kurtulamıyoruz. Bazen elimde bir kumanda olsa ve dondurma düğmesine basarak tüm hayatı dondurabilsem diye hayal kuruyorum, çıksam her şeyin dışına ve ruhuma bir nefes aldırsam, uzaktan izlesem karşımda donup kalmış olan bu manzarayı. Demiştik ya gerçekten yaşam sorunları o sorunları ortaya çıkaran düşünce düzeyinde çözülemiyor. Anlayamıyoruz içindeyken bu düzenin ne kadar mikroplu olduğunu.

Bu yüzden meditasyon kavramlarını seviyorum. Sessizce bir kenara çekilip hiç bir şey düşünmeden her şeyi unutup zamanda kaybolmak hoşuma gidiyor. Ruhum nefes alıyor sanki. Dua ediyorum. Evrenle bir oluyorum. İnsan olduğumu hatırlamaya çalışıyorum. Ben bir robot değilim ki! Meditasyon anlarım benim ruhuma yakıt verdiğim benzin istasyonları gibi. O anlarda ne olduğumu hatırlatıyorum kendime , neyin bir parçası olduğumu, hedeflerimi, ne için yaşadığımı, nereye gittiğimi. Ne gibi hatalar yaptığımı ve onlardan ne dersler almam gerektiğini düşünüyorum. Dua ederek , sevgi çekiyorum içime. Herşeyin bir enerji olduğunu ve her şeyle bir olduğumu hissediyorum. Bu düzenin sahibi ile toplantı yapıyorum. Bana ilham vermesini istiyorum. Tamamen saf ve temiz bir kalp ile bu toplantıda bulunmak istiyorum. Zayıflıklarımın ve acizliklerimin farkında olduğumu düşünüyorum. Bu bir vakum gibi çalışıyor. Evrenin enerjisi içime akmaya başlıyor. Huzur buluyorum, bu öylesine bir duygu ki, hiç bir makam, hiç bir maddi gelir, şan şöhret bu sevinci veremez. Bu sadece benim için geçerli değil. Hepimiz insanız. Hepimiz bu duyguya muhtacız. Ama direnemiyoruz. Yenik düşüyoruz, kendimizi bir şey zannediyoruz. Kendimize zaman vermiyoruz. Düşünmüyoruz. Gelgitlere kapılıyoruz.

Bana göre bu dünyadaki en büyük ve önemli başarı yaşama sevincini asla kaybetmemek. Görüyoruz ki büyük servetler bir ekonomik kriz ile beraber saman alevi gibi eriyip kül olabiliyor.
Sevdiklerimizi kaybedebiliyoruz, işlerimizi kaybedebiliyoruz. Dünyada mutluluk şartı olarak gördüğümüz tüm bu yanılsamalara dayandığımızda bizi yarı yolda bırakabiliyor. Ama bir ruhumuz olduğunu farkına vararak onu ihmal etmeden, onu beslemek adına yaşadığımızda, tüm evren ile bir olduğumuzda o zaman bu gücün asla bizi yarı yolda bırakmayacağını hissediyoruz. Arkamızda büyük bir gücün varlığı bize güç ve güven veriyor. Korkularımız dağılıyor. İçimiz yaşama sevinci ile doluyor. Artık mutluluklarımızı bu yanılsamalara bağlamadığımız için de hiç bir zaman kaybedecek bir şeyimiz olmuyor. Sonsuzlukta yaşıyoruz artık. Sürekli bir ilham alıyoruz evrenden. Ruhumuz sonsuz bir enerji kaynağı ile bağlantı haline geçiyor. Çıkar yok, kandırmaca yok, ucuz hesaplar yok, korku yok. Sadece saf bir sevgi ve şüphesiz bir inanç var.

Bu noktadan sonra bu evrenin sahibi olan güç size fısıldamaya başlıyor. Size yol gösteriyor. Neyi doğru neyi yanlış yaptığınızın farkına varmanızı sağlıyor. Çünkü samimiyet var. Bu samimiyet öyle bir şey ki asla kirli oyunlar içermiyor, iki yüzlülük yapmıyorsunuz. İnsanları, dünyayı, kendinizi kandırabilirsiniz belki ama bu enerjiyi kandıramazsınız. Bu öyle bir bilgelik ki, yaptığınız tüm kötülükleri , aldatmacaları kayıt ediyor, asla unutmuyor. İyilikleri de unutmuyor, ve hiç ummadığınız bir anda evrene verdiğiniz bu enerji dönüp dolaşıp sizi buluyor. Şaşırıyorsunuz bazen. Birine yaptığınız bir haksızlık bir bakıyorsunuz bir zaman sonra dönüp dolaşıp size yapılıveriyor. Bu aklımızla algılayamacağımız büyük enerjiyi asla kandıramayacağımızın bilincinde yaşamalıyız. Gerçekten yaşama sevincine ve iç huzuruna sahip olmak istiyorsanız bunu istemeniz gereken tek bir merci olduğuna inanmanız gerekiyor. Kanallarınızı tıkadıysanız önce onları açmanız gerekiyor. Yoksa sadece kendini kandıran, gerçek servetleri görmezden gelip yanılsamaların oyuncağı haline gelmiş bir robot olarak yaşamaya ve yok olmaya mahkum olursunuz..

Saygılarımla,
Deniz...

25 Nisan 2009 Cumartesi

Yaşam Sorunları



Sorunlar her zaman olmuştur ve her zaman da olacaktır. Çocukken uzaktan kumandalı bir arabamız olmaması bir sorunken ilerki dönemlerde bu sorunlar farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Burada Einstein'ın çok güzel ve düşündürücü bir sözünü paylaşmak isterim:

"Yaşam sorunları , o sorunların ortaya çıktığı düşünce düzeyinde çözülemez."

Bunu ben kendi hayatımda çok defa gözlemledim. Gerçekten de sorunlarımızın farkında olmak ve çözebilmek için mutlaka değişik düzeylerden onlara bakmasını becerebilmeliyiz. Hepimiz aynı havayı soluyor, aynı güneşin altında ısınıyoruz, gece ve gündüz hepimiz için aynı, ama meydana gelen bir olay farklı insanlara farklı etkiler yapabiliyor. Çünkü algılarımız ve tutumlarımız farklı. Farklı farkındalık seviyelerinde bu olayları görüyor ve yorumluyoruz. Bu yüzden üzerinde düşünülmesi gereken önemli konulardan biri de tutumlarımız olarak ortaya çıkıveriyor.

Bazı zamanlarda kendimle baş başa kaldığımda farkındalık alıştırmaları yaparak bu yönümü iyileştirmeye çalışıyorum. Mesela bir papatya alıyorum elime ve bakıyorum dikkatlice. Renginin tonlarına odaklanıyorum, yapraklarındaki dizilişe bakıyorum, sonra kokluyorum. Kokuyu algılamaya çalışıyorum. Sonra düşünüyorum tüm bu özellikler bir araya gelip papatyayı oluşturmuş diye. Sonra varlığının amacını sorguluyorum. Neden bu papatya ortaya çıkmış? Sanki farkedilmek istiyor, "hey ben buradayım bak! " diye bağırıyor. Sonra düşünüyorum onu farkeden, varlığının bilincinde olan birileri olmasaydı acaba var olabilir miydi? Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Çiçeklere, böceklere, doğada tüm güzelliği ile varlığını sunan tüm canlılarla bu alıştırmaları milyarlarca defa tekrar edebiliriz. Sonra ortaya çıkan tek bir gerçek olduğunu görüyorum. Etrafımızda varlığını ortaya koyan tüm bu unsurların farkına varabilen tek canlı insan. Sonra demek ki tüm bu düzen insan var olduğu için var olmuş diye düşünüyorum. Sonra önemimi hatırlıyorum. Ben her gün işe gidip gelen , e-mailler gönderen, arkadaşları ile arada sırada bir araya gelen, karnını doyuran sıradan bir canlı değilim. Ben çok önemli bir varlığım. Etrafımda farkına varmamı bekleyen bir sonsuzluk var. Düşünme gücüm var. O zaman kendimi daha iyi anlamak zorundayım. Evreni daha iyi anlamak zorundayım. Demek ki ben burada farkına varmak, gelişmek, olgunlaşmak ve öğrenmek için varım. Bu üstün özelliklerim ile zamanımı boşa harcıyor, miskinlik yapıyor, ya da iyi ve güzel işler yapmak yerine kötülüklerin artmasına sebeb oluyorsam o zaman amacıma hizmet etmiyorumdur. Muhteşem özelliklerle donatılmış bir makina ya da bilgisayarı sadece mayın tarlası oyununu oynamak için kullanıyorumdur.

İşte tüm bunların farkına vardığımızda o zaman sorunların olmasını kabul etmemiz daha bir kolaylaşıyor. Aslında bir okulun öğrencileri olduğumuzu keşfediyoruz. Sürekli bir şeyler öğrenmesi gereken , zamanını olgunlaşma adına kullanan öğrenciler olmalıyız. Bol bol düşünmeli ve farkındalık içinde yaşamalıyız. Sorunlarımızı bizlerin öğretmenleri olarak görmeliyiz. Her bir sorunun, sıkıntının ardından bir seviye daha olgunlaştığımızın farkında olmalıyız. Asla ve asla pes etmemeli ve sınıflarımızı geçmek adına çalışmalıyız. Pozitif düşünerek, gücümüze inanarak ve önemimizin bilincinde olarak yaşamalıyız. Düşünsenize , dünya, atmosfer, güneş ve ay, tüm canlılar, bitki örtüsü, soluduğumuz hava, denizler, dağlar, çeşit çeşit meyveler, sebzeler hepsi sadece bize hizmet ediyor. Demek ki bizi seven önemseyen, koruyan kollayan bir güç var. İyi olmamızı istiyor, güçlenmemizi ve farkında olmamızı istiyor. Bizi çok seviyor. O zaman nasıl olur da tüm bu gerçeklikleri görmezden gelerek, kendimizi bunlardan kopararak, yok ben böyle bir anlayışı kabul etmiyorum. Ben günümü gün edip, hayatımı saçmalıklarla doldurup, sürekli yaramazlıklar yapmak istiyorum diyebiliriz? Hangimizin öğretmeni, annesi babası bizim bu şekilde yaşamamıza izin verdi ki, bizi seven gözetip kollayan bu güç buna izin versin?

Ben şahsen ne zaman bu farkındalıkları unutsam. Sorunlar daha bir ağırlaşmaya, sıkıntılar işkence haline gelmeye başladığını gördüm. Bana ilham veren kaynaklar sanki kurumaya başlıyordu. Sonra daha fazla dayanamayıp her defasında o papatyayı yeniden elime aldım ve o yeniden bana dersimi verdi. O anda ben ve papatyanın aslında bir olduğumuzu hissediyordum. Aslında her şey ortak bir enerjinin değişik yansımaları. Hiç bir canlı , hiç bir madde birbirinden ayrı unsurlar değil. Bizler biriz. Birbirimize muhtacız. Bir başkasına yaptığımız bir yardımı aslında kendimize yapıyoruz. Her şeyi bu gözle gördüğümüzde eminim yaşam sorunlarımız sahip olduğumuz ortak gücün ışığında önemini yitirecektir. Ama ne zaman birbirlerimizden kopmaya , ayrılmaya başlarsak hiç şüphe yok ki sorunlarımız taşınamayacak yükler haline gelecektir.

Saygılarımla,
Deniz...

23 Nisan 2009 Perşembe

Yanlışların Doğrulaşması

Farkındalık uzunca bir süre çalışmadığı zaman, her şey birbirine karışmaya başlıyor. Doğrular, yanlışlar, siyahlar , beyazlar her şey iç içe geçiyor ve çok tehlikeli bir şey oluyor. Özümüzü ve kimliğimizi kaybediyoruz. Yanlışlar hayatımıza doğruymuş gibi yerleşiveriyor artık. Rahatsız bile olmuyoruz, bizleri uyandırmaya çalışan görünmez dostlarımız bizi terk ediyorlar. Kapılar bize kapanıyor. Sandalyeler, masalar, ya da değişik değişik makinalar olarak yaşamaya başlıyoruz. Artık yere tükürmek yanlış gelmiyor, çöpleri oraya buraya fırlatarak araba kullanmanın da bizim için bir sakıncası kalmıyor. Neden kalsın ki! Artık vicdan ölmüş, Allah rahmet eylesin! İnsanlık ince detaylarda gizli ama farkındalık suyu ile insanlığını besleyenler için.

İnsanlar çok önemli mekanizmalarını durdurdular. Farkına vardığımda ürperiyorum. Sürekli birbirimize benzemeye başlıyoruz. Kimliklerimizi , öz benliğimizi kaybediyoruz. Ahmet, Mehmet, Barış kim? Filiz kim? Serap kim? Hiç bir önemi yok, yeter ki içinde bulunduğu gruba uysun yeter, düşünmeye, sorgulamaya gerek yok! e.e. cummings diye bir filozofun çok güzel bir sözü var:

"Gece ve gündüz bütün gücü ile seni diğerlerinden farksız yapmaya çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek dünyanın en zor savaşını vermek demektir ve bu savaş bir başladı mı asla bitmez! "

Öylesine muhteşem bir söz ki! Üstünde çokça düşünmek, farkındalık ile görmek gerek. Bu hayata kimsede olmayan üstün özelliklerle geldiğimizin farkında olarak, o özellikleri bulabilmek arayışını asla ve asla kaybetmememiz gerektiğinin bilincinde nefes alıp vermemiz gerekiyor.

Mesleklerimiz, sahip olduklarımız sadece bir araç. Kazanmamız , karnımızı doyurmamız ve barınmamız gerekiyor ama bunlar abartılmamalı. Bunlar amaç haline getirilmemeli. Bu yanlışlar doğru olarak kabul edilmemeli. Çokça okumamız, çokça düşünmemiz gerekiyor. Birer bilimadamı gibi hayatımızı mercek altına almamız gerekiyor. İnce detayları yeniden kazanmamız gerekiyor, yanlışları farkındalık eleği ile doğrulardan ayıklamamız gerekiyor. Saflığa yeniden geri dönmemiz gerekiyor.

Saygılarımla,
Deniz...

Farkındalık...

Kişisel gelişimin en önemli unsurunun farkındalık olduğunu düşünüyorum. Bu bir fener gibi, karanlıkta kaldığımızda önümüzü görmemizi sağlayan güçlü bir fener. Bazen pili bitiyor bu fenerin de ve farkındalık ışığımız sönüveriyor. Bir anda dünya bizi yutuyor ve kendimize gelip bu ışığı yeniden yaktığımızda pişman oluyoruz geçen karanlık zamana. Bu yaşamda en öncelikli görevlerimizden birinin de farkındalık gücümüzü geliştirmemiz olduğunu hissediyorum. Anın farkında olmak, bedenin, nefes alışlarının, nefesin farkında olmak. Zihinden geçenlerin ve onların nereden geldiğinin farkında olmak, nerede olduğumuzun, neler yaptığımızın, kendimizi ve bu hayatı sevip sevmediğimizin farkında olmak. Kırdıklarımızın, başardıklarımızın, hedeflerimizin farkında olmak. Ruhumuzun ve onun nelere ihtiyacının olduğunun farkında olmak.

Farkındalık bir sonsuzluk denizi gibi. Ucundan baktığınızda diğer ucu görünmüyor. Ama bildiğim bir şey varsa tüm yaşam sorunlarının, problemlerimizin, başarmak isteyip de başaramadıklarımızın üstesinden önce farkında olarak gelebiliriz. Sadece bu feneri aydınlatmak istediğiniz alanın üstüne tutun. Göreceksiniz ki o zaman imkansız diye hiç bir şey yok. Her şeyin bir cevabı var ve o içimizde. Ama karanlıkta yaşıyoruz. Dünya gözlerimizi kör etmek için programlanmış gibi çalışmaya başladı. İçine virüs girmiş bir program gibi hepimize bulaşıyor. Ama bizler çok güçlü bir antivirus yazılımı ile donatılarak geldik buraya. Sadece keşfetmemiz gerekiyor gücümüzü ve bilin bakalım bunu nasıl başaracağız? Farkındalıkla!

Farkındalık gücü nasıl geliştirilir? Sorusuna cevaplar aradım çokça. Bulduğum cevaplar var ama tabii eminim bu konuda daha çok yol katetmem gerekiyor. Öncelikle bir hiç olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Ne olursanız olun aslında hepimiz birer hiçiz. Hiç bir şey tamamen bizim kontrolümüzde değil. Hiç bir şey bizim değil bu hayatta. Aksini kim iddia edebilir ki! Sadece çevrenizin farkında olun, bakmayın ve görün. Bu böyle bizler birer hiçiz. Ama bu o kadar da kötü değil. Aslında hiçlik, sonsuz bir potansiyelin kapısının anahtarı gibi çalışıyor. Farkına varıp kabul ettiğinizde bu kapı size açılıyor ve bir bakıyorsunuz bu sonsuzluk diyarından ne kadar çok şey alırsanız alın hiçlik hiç bir zaman kaybolmuyor. Ama eyvah! Eğer biranlık şaşırmayla bir şey olduğunuzu sanıyorsanız o kapı yeniden kapanıyor size. İlham kesiliyor. Dünyadaki bir madde haline geliveriyorsunuz bir sandalye veya bir makina gibi. O ana kadar aldıklarınızla bir sandalye oldunuz ama o kadar daha öteye gidemezsiniz.

İşte farkındalık feneri ile bu hiçliği buldum bulalı feneri başka bir yere tutmaya korkar oldum. Sürekli yetersiz olduğum, hala bir şeylerin bende olmadığı duygusu bana güç veriyor, içime bir şeylerin aktığını hissediyorum. Kopuk olmadığımı aksine bir şeylere görünmez bir kablo ile bağlı olduğumu hissediyorum. Sonra bazen yenik düşüyorum, fenerimin pili bitiyor, sönüyor ışık. Kayboluyorum, yolumu bulamıyorum. Bağlı olduğum o kablodan bir şey gelmiyor artık, yüreğimi bir sıkıntı kaplıyor, bulamıyorum, huzuru kaybediyorum. Bir şeylerin yanlış gittiğine dair uyarılar alıyorum sanki. Sonra hatırlıyorum feneri, hemen pilleri yeniden dolduruyorum. Ohhh! içimi bir ferahlık kaplıyor. Bir elektrik süpürgesi çalışıyor ve sıkıntılarımı, huzursuzluklarımı büyük bir güç ile içine çekiyor. Yeniden hayata dönüyorum. Farkındalığımı çok seviyorum.

Saygılarımla,
Deniz..

Başlangıç

Merhaba,

İnsan olmanın güzel bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Bu kocaman evren okyanusunda bir ağaç, bir kedi, bir kuş ya da bir balık olabilirdik belki, ama insan olduk. Bunun sonsuzluk kadar büyük bir anlamı var. Düşünmek , hayatlarımızı yorumlamak, sorular sormak çok önemli. Ben sonsuzlukta yaşayan ve ışığımın sönmemesi için uğraşan hiç'lerden biriyim. Burada sizlerle ışığımı paylaşmak gücüme güç katmak istiyorum. Nereye kadar gider bilmiyorum ama her şeyde olduğu gibi başlamak , adım atmak çok önemlidir. İnşallah hayırlı olur. Bu sonsuzluk evrenine bir damla katkıda bulunabilsem ne mutlu bana.

Hatırlatmak isterim ki bu benim kendi dünyam. Yaşam tecrübem, okuduklarım, düşündüklerim, gözlemlediklerimle oluşmuş bir dünya. Katılabilir veya katılmayabilirsiniz. Kimseden hiç bir talebim, beklentim yok. İstediğim tek şey üzerimden bir enerji akışına izin vermek. Bu enerji akışı ile hayatımı anlamlandırmak istiyorum. Kimbilir belki birilerine ilham verip ,kendi hayat yolculuklarının daha güzel hale gelmesine de katkı sağlamış olurum, o zaman ne mutlu bana. Nihayetinde herkesin iyiliğini ve mutluluğunu diliyorum.

Saygılarımla,
Deniz